Küçüktüm.

Bir torba dolusu şeker hayal etmiştim. Avuç avuç yiyip mutlu olmak için. Sonra hayattan hediye bir paket geldi. Ama şekerlerin bazıları kırılmış, bazıları yenilmiş. Sağlam kalanların da hepsi naneli...

Belki naneliyi sevmeliydim. Yanlış umutlarla kapladım içimi. Ya da kırık şekerlerle yetinmeliydim, hep en iyisini istedim.

Bana kalan daima olmayışlardı.


Ben de kalanlara kucak açmadım hiçbir zaman. Sevmedim yüzümdeki izleri. Kapatıcıyla kapattım hepsini. Sanki yoklarmış gibi baktım aynaya. Oysa parlayan bir güneş yeterliydi içimdekilerin yansımasına.

O parlak güneşten daima kaçtım, karanlık günleri tercih ettim. Sonra da hayata öfkelendim. Acılarımla kabullenmedim kendimi. Sadece mutluluğa yer açtım.

Yaralarıma bakıp daha güçlenmeliydim belki de. Düştüğüm yerlerden kalkışımı hatırlamalıydım. Her şeyin sebebi olduğunu bilmeliydim. İzlerimle gurur duymalıydım. Hatayı daima hayatta bulmamalıydım. Geç kalmamalıydım.


Şimdi en sevdiğim şarkıyı yüksek sesle söyleyeceğim. Belki sesimi sevmeyecekler ama ben şarkımı en sevdiğim yerde duyacağım. Yüksek bir dağa tırmanacağım, çok yüksek yapma diyecekler ama ben hayatın en tepesinden aşağıya bakacağım.

Yağmurlu bir havada çıplak ayak dolaşacağım, ayaklarımın çamur oluşundan korkmadan koşacağım. Ve bir bakkala uğrayacağım, tüm naneli şekerlerini ben alacağım. İçimde kırılan ne varsa merhemi ben olacağım.


Cesaretini topla ve yeniden bak aynaya. Gördüğün şey gerçek. Korktukların yok, kaçtıkların yok, yansıyan tek bir şey var. O da uzun zamandır unuttuğun sensin...