''düşlerimin karnı ağrıyor

umutlarım ceninken idam sehpasında

hayallerim kurşuna dizilirken

göz yaşı değil

bileklerimden kan akıyor

okyanusa kafa tutuyor gözlerim

söylesene usta 

bu acı geçecek mi?''sabah uyandığımda gözlerimi açmadan kalemimin dilinden dökülen heceleri kağıdın yüreğine nakş ettim. alfabeler istipdadımı kabul etmişçesine öyle sakin ve sukünet içindeydiler ki! hiç alışık değildim. yataktan kalktım. kızları rahatsız etmemek için parmak uçlarımda harek ediyordum. sonra elimi yüzümü yıkamaya gittim. ve ağız dolusu bir küfürle başladım. her geçen milisaaniye nefes almaktan bile iğreni bir hale evriliyorum. sahi yaşamak neden bu kadar tatsız ve tuzsuz bir hal aldı. hadi tuzsuz olmasını anlıyorum. nede olsa perhizim var. ama tatsız olmasına anlam veremiyorum. tamam şeker hastalığına yatkınlığım var. lakin bu kadar da olmamalı. bu en kısa zamanda doktorlarımla konuşmalıyım. neyse! uyandım işte. sonra üstümü giydim. kahvemi hazırladım. termosa koyup araca binmek için çıktım evden. o sırada aklımda kızların mama kabı geldi. hemen geri döndüm. kaplarna mama ve su koyduktan sonra, uyandırmadan öptüm. clea uyandı ve bana ''günaydın'' dercesine miyavladı. sanırsam bu kız beni seviyor. 

araca bindim. işe geçmek için o trafiğin bohemliği ve kasvetinde yola koyuldum. daha güneş bile selam vermeden gök yüzüne ben rüzgarın tüm zerrlerinin saç tellerini okşuyordum ciğerlerimle. bir yudum aldım kahveden yanında bir puro yaktım. devrim yaşattığım ağzımın içindeki tat alma duyularına. bir isyan harmonisi gibi bir şey yaşadım.yolda o kadar hızlı geçti ki zaman. tutmaya çalışamaıyor insan. bir an aklıma üniveriste zamanında bir söz geldi.''peripatetik'; insan yolda olmalı'' diye. sonra arabayı park ettim. ve toplantı salonuna geçtim. ama şaşırmadım. yine ilk gelen olmuştum. terasa çıktım. ve toplantı başlamadan bir puro daha içeyim dedim. ve o an güneş selamladı beni. kemiklerimin ısıması bir yana sabah rüzgarının o solgun ve şiddetli soğula tüylerim şaha kalktı sanki. ancak puromu bitirmeden içeri girmedim. sonrası yine bildiğiniz gibi. şirkte ve çalışma kavramları ve veriler ışığında işleyiş üzerine konuşuldu.yemek molasına kadar çoğu şey halledildi. yemekler yenilmek için salondan çıktık. yemek yedik. kahveler içildi, yapay gülüşler sergilendi, mezata çıkarılmış övgüler söylendi. ben hiç konuşmadım. çünkü bu durumun bayağılığı altında eziliyor gibi hissettim kendimi. bir an önce bitsin diye içimden dua ediyordum. sonunda bitti ve ben aracıma hızla yol almaya başladım. arkadaşlar bir şeyler yapmak için beni de davet etti. ama ben kırmadan ret ettim. eve geçtim. kızlar beni bekliyordu. aspesia gözlerimin içine bakıyordu. bir şeyler ters gidiyor diye şüphelendi. sonra bir baktım kumlarını temizlememişim. hemen kumlarını temizledi. ve o bakış kayboldu. kızlarımla konuşmadan da anlaşabiliyorduk. sanırsam hayattan beklentim buydu. fazla söze gerek duymadan yaşamak. biraz minimalist bir yaklaşım ama. harflerden de sıkılıyordum artık. zaten uzun süredir kafamda olan bir düşünce vardı. ve bu düşünce beni daha küçük yaşta ellerimi tutmuştu ve bırakmamıştı. bir an o düşünceye sarılmak istedim. ancak aspesia ve clea'nın bana sırnaşmaları o düşüncemi buhar halinde dağıttı. ben bu kızları çok seviyorum. kahve koydum kendime, bir puro da aldım ve kitabımı açıp okumaya başladım. artık yavaş yavaş yatma zamanı geldi. kızlar zaten çoktan parsellemişti yatağı. bana ufacık yer bırakmışlardı. tam uykuya dalyordum. beynimde şimşek çakmışçasına bir kaç söz dolandı;

''ölümlüyüm

huzursuzm

umutsuzum

mutsuzum

sebebini biliyorum

çünkü 

ben

sevilmeye layık değilim!'' yazdıktan sonra ağladım. ve kalkıp duş aldım. hem de soğuk suyla ve duşun üzerine bir puro daha içtim. ve tazelenmiş gibi hissettim. sanırsam öldüğümde bırakacağım tek miraz acı olacak gibi hissediyorum. hem öyle yığınlaşmış ve ulvi ki! tadı damağımda kalmış gibi. neyse artık uyuyorum. ve herkesleşmeyen herkese güzel düşler diliyorum.