Yolculuğum yakındır, bunu hissediyorum. Bambaşka yerlere sürükleneceğim. Ait olamadığım yerlerde, aidiyet hissedemediğim bir toplulukta sersefil bir hayat sürdüreceğim. Biliyorum ki son demler bunlar, lakin ben can havliyle tutunduğum bu dalı ellerimle sımsıkı kavrıyorum… Oysa ki tomurcuğumdan genç bir filize döneceğim o günü hayal etmek heyecanlandırıyordu. Birbirinden görkemli o yeşilin tonlarına bürünmek için nasıl da sabırsızlanıyordum… Gövdem ben bu sabırsızlanışla titredikçe hafif bir rüzgar eşliğinde kulağıma fısıldar, sakinleşmem için sıcak nefesiyle yüzümü usul usul yalardı.

Bekle demişti. Yeryüzünün hediyesiydim. Bana bahşedilen bu doğum anı herkesin ve her şeyin üzerinde var oluşum kısa bir süre sonra taçlandırılacaktı ve taçlandırıldı. Doğaya savurduğumuz tohumlarımız ve üzerimizde oluşan çiy tanelerimiz bir gelin gibi çiçeklenmeyi sağlar, döngü sayesinde yeniden yeni baştan tamamlanırdı. Görkemli bir çatırtı bile tohumumdan uyandığımda benim gibi binlerce yaşam da uyanmış üstelik hiç acele eden bir narin hanımefendi gibi sallanıyorlardı.

Ne de güzeldi gözlerimi açışım. Şiir gibi dupduru, yalın bir başlangıç. Dallarda hep birlikte vücut buluşumuz.. O rüzgar seslerine karışan hafif hışırtılar. Gövdemiz gece uykusuna geçmeden önce hep anlatırdı ki doğaya en yarar sağlayan bizlerdik. Asırlardır o eşsiz yaşam döngüsü bizim sayemizde tamamlanırdı. Toprağa, suya, havaya can katardık.

İri yarı bir eli anımsatan yapraklarımız mevsimler boyunca o görkemli duruşu ile çabucak diğerlerinden ayırt edilirdi. Tam sekiz yaz ve sekiz kış bu dalda yaşadım. Düşen, solan, savrulan yoldaşlarımı aklıma getirmeden inatla beni besleyen, can damarıma tutundum. Geceleri artık gitme vaktimi fısıldayan sesler arttıkça daha sımsıkı yapıştım dalıma. Yere düşemezdim. Orada diğer sıradan, adi yapraklarla çürümek, kurtçuklara yem olmak asil varlığıma yakışan bir son olamazdı. Biz asırlık bu çınarı oluşturan nadide yapraklardık. Benim sonum bu olmamalıydı.

Direndim ben. Beni deli ediyordu bu düşünceler; yaprak yığınına karışmak, kaybolmak ve en kötüsü ise bilmediğim alealede ağaçların yaprakları arasında çürümek.. Hışırtımızın müziğini, gövdenin anlattığı o gece öykülerini bir daha duyamayacak olma endişesi içinde tutunuyordum.

Ve nihayet sonbahar rüzgarları başladığında dallarından birer birer terk eden yoldaşlarım dört bir yana savruldu. Ve ben artık daha sık aşağı bakıyordum. O korktuğum an geldiğinde en azından kendi özüme sahip çıkıp gövdemin etrafına düşmeli ve yabancı yapraklardan uzakta yeniden toprağa, kendi özüme dönmeliydim.

Ağaçta tek yaprak olarak ben kaldığımda gövde artık gece öykülerini anlatmıyordu. Vakit gelmişti anlaşılan. Ne yalan söyleyeyim artık tutunacak gücüm kalmamıştı. Ve kendimi aşağıya doğru usulca bıraktığım anda ani bir sonbahar rüzgarı beni alıp gövdemden çok uzaklara savurup durdu.. Sarının ve kırmızının tonlarını barındıran bir yaprak yığının arasına düştüm. O dört bir yandan gelen uğultular her bir yanımı titretti. Hışırtılarına kendimi kapattığım her bir ağacın yaprağı ile yapayalnız kaldım sarının ve kırmızının tonları arasında. Cesaretimi toplayıp titremelerimin geçmesi için bir anlık da olsa etrafıma baktığımda ardıç, sedir, ladin ve daha bir çok türden yaprakla çepeçevre sarılmıştım. Her birinin hışırtılarını dinledikçe duru bir melodiye dönüşüyordu. Hışırtı artık zamanla sakince dans eden bir müziğin ritmine bıraktı kendini. İrkildim. Ötekilerin böyle renkli notalar çıkaracağını bilmiyordum. Bu ana kadar sadece tek bir şarkı dinlemiştim.

Düştüğüm bu topraktan gövdede yaşam bulacağım o büyülü ana kadar hep bir ağızdan mırıldanan müziğin ritmine eşlik ettim. Bu sarı kalabalığın içinde gözlerimi huzurla kapattım. Yeniden gövdeye dönmek dileğiyle..