Akşama doğru dumanın dağınık ve gri görüntüsü ile güneşin vedasının karanlığı karışmıştı. Genzimi yakanın duman kokusu olduğuna kendimi inandırarak oturduğum tabureden caddeyi izliyordum. Caddede insanlar evine götürecekleri ihtiyaçları için koşturuyorlardı. Birisi kuruyemiş alıyor, diğeri kasaba giriyor ama kasap dükkanında çok durmadan eli boş şekilde dışarı çıkıyordu. Tatlıcı tepsinin dibinde doluşan şerbeti tatlıların üzerine tekrar döküp iştah açıcı bir görüntü elde ederek son tatlılarını satmayı umuyordu. Tablada balık satan adam gün sonu olduğu için balıkları fazla fazla paketleyip müşterilerin takdirini alırken tablanın kenarında bekleyen kediler kendi rızıklarını balıkçıya unutturmamak için rahatsız etmeyecek şekilde miyavlıyorlardı. Çay bitince eve gidecektim, dördüncü çaydan sonra kendime dur demeyi bilirdim bilmesine ama gönlüme dur demeyi bir türlü öğrenemedim. Eve gidince yine kaçtığım özlem duygusu saracaktı her yanımı. Bunu düşünür düşünmez genzimi yakanın şehrin üstündeki kirli duman kokusu olmayıp içimden atamadığımın boğazımda düğümlenip kaldığı gerçeğiyle yüzleşiverdim. Nereye bakarsam bakayım, hangi kitabı okursam okuyayım sadece geçici süreliğine unutmayı başarıyordum. Kitap bitince, herkes evine gidince, cami cemaati selam verince, maçın son düdüğü çalınca yine ona duyduğum hasretle baş başa kalıyordum. Özleminden kaçsam da aklıma düşünce vuslatıyla tutuşuyordum.

         Seni asla bırakmam deyişine sarıldığım gecelerin sabahı daha sancılı geçiyordu. Uykusuzluk bütün dengemi bozmuştu. Gün içinde dalıp gitmelerim mesai arkadaşlarımın seslenişi ile sona eriyordu. Uyuyabildiğim zamanlar Tanrı’ya şükrediyor ve unutmaya başladım sanırım diyerek kendimi teselli ediyordum. Ders anlatmak ve öğrencilerimle ilgilenmek morfin gibi acımı geçici olarak dindiriyordu. Sonunda bir yere kadar dayanabilmiştim. Tören esnasında uykusuzluktan gözlerim kararmıştı, yavaşça yere dokunarak oturmaya çalışırken geçici süreliğine dünyadan kopmuştum. Gözlerimi açtığımda birkaç öğretmenin benzer kelimelerle bana seslenişi dünyaya tekrar merhaba demişim hissi uyandırmıştı. Kahvaltı yapmamıştım, ondan böyle oldu diyerek beni merak eden mesai arkadaşlarımın merakını gidermiştim. Bir insanın yokluğuna alışmanın bu kadar zor olabileceğini hiç tahayyül etmemiştim. O gün karar verdim, unutmaya çalışmayacaktım çünkü bu beni çok yıpratıyordu. Özlemekten korkmayacaktım, acı çekmekten korkup kaçmayacaktım. Zaman, özlemek korkusu ile acı çekmek korkusunun, özlemek ve acı çekmekten daha kötü olduğunu göstermişti.

         Acaba o da beni düşünüyor mu? Acaba ben de onun aklına geliyor muyumdur? Hiç mi özlemiyor? Bu soruları çok sık sordum kendi kendime. Beni düşündüğünü düşündüğümde sevindim, aklına bile gelmediğimi düşündüğümde ona söylendim, kırıldım. Tabii kendi kendime yürürken ona olan sevgimi en güzel cümlelerle evrene haykırdım, sevgimi tarif ederken en güzel benzetmeleri kullandım. Güzelliğini hiçbir nesneye, dünya üzerindeki hiçbir yaratılmışa benzetemezdim.

         Sesini, en çok da sesini özlüyordum. Bir gün sesini duymamakla kırk yıl müebbet yemenin benim nezdimde hiçbir farkı yoktu. Konuşurken istemediği bir durum olduğunda rastgele bir şarkıya başlaması ve her seferinde onu hayran hayran dinleyişimi görmenizi isterdim. Uykuya dalmadan önce ertesi gün sesini duyacak olmanın verdiği mutluluğu peşin olarak yaşardım.

         Alınan bazı kararların ne kadar net olduğunu kurulan cümlelerdeki soğukluktan anlayacak yaştaydım. Yeterince kendimi suçladığım günlerin ardından maruz bırakıldığım değer verilmeyiş ve önemsenmeyişe başkasının gözüyle bakabiliyordum. Kendimi suçlamalarım azalınca yerini kırgınlığa bırakan bir hisse bürünmüştüm. Kabullenmiştim.

         Yarım kalmışlık hissi diğer dünya işlerindeki yarım kalan işlere benzemiyordu. Yarım kalan şarkı, yarım kalan kitap, yarım kalan şarap bir şekilde bitiyordu ama yarım kalan insanın bitişi bunlara benzemiyordu. İnsanlar neden hayal ettikleri gerçekleşmediğinde yarım kalmış hissediyor? Çok mu emindik hayal ettiklerimizin gerçekleşeceğinden yoksa çok mu inandık sevildiğimize? Bir kişinin eksiğimi bizi bir anda yarım eyledi? Yoksa bir kişinin açtığı yara mı ?