Sonra yıkılmaya namzet, o biteviye uzanan duvarın merkezine oturduğumuzu, bu sonsuz bütünlüğün parçaları olduğumuzu fark ettim.

Ellerim bacaklarımın altında birazdan yerle yeksan olacak bütünlüğü tartıyordu.

Benler küp küp kesilmiş, milyarlarcası üst üste yan yana aynı tantanayı koruyorduk. Taş taşa teselli... Duyumsuyordum duvardaki her bir taşı. Kendimden çok şey buluyordum; benzer korkular, benzer acziyet.

Topuklarımla küçük darbeler deniyordum içine doğduğum duvarın yıkılışı için. Olduğum yerde kalmakla ilgili rahatsızlığım; içimdeki boşluğu büyütüyordu.

Anama babama ait deneyim gözlerimin içine bakarak hayır diyordu, hayır onu kızdıracaksın; gazabından korkmuyor musun? Bari bize acı...

Bu duvar bize onun lütfu.

Bu duvar bizim imkan ve olanaklarımız.

Anlıyordum bu korkuyu.

Son bir topuk darbesiyle dağılacaktı tahtı insanlığın. Bu duvarın merkezine oturduğunu düşünenlere söyleyecek söz bırakmıyordu zavallıları duvarın. Yalnız kalmak, bu iriliğinde duvarın tamamladıklarını tehdit ediyordu. Çoğunluğun altta kalmışlığı kadir-i mutlaktı onlar için. Ne söylenecek söz vardı karşısında, ne girişilecek eylem. Yapılacak her karşı çıkış onları lütuftan edecek. Oldukları şey olmadıklarını gösterecekti onlara. Milyarlarcası hep bir ağızdan bu tanrı'nın düzenidir. Onu tehdit edecek olursan seni Nemrut'un İbrahim'i attığı ateşe atacağız diyorlardı. İnsanlık hep bir ağızdan tanrının sesini çıkarınca çöktü duvar. Korkulan olmadı.

Şimdi bazıları yeniyi yaratıyor. Çok büyük bir çoğunluk tekrar duvardaki yerini aldı.