Kış yaklaşıyordu, yatacak yeri olmayan Suphi dışında kimse bunun farkında değildi. Suphi’nin parmak uçları üşümeye, ara ara karıncalanmaya başlamıştı. “Yakacak bir şeyler araklamak lazım.” diye geçiriyordu aklından sık sık. Keşke biri tutsa on çuval odun getirse şimdi… Alev alev yansa odunlar, sıcağı vursa yüzüne. Sıcaktan rahatsız olup arkasını dönse… Ne büyük hayal be Suphi!


Suphi’nin gerçek adını bilen yoktu. Bir gün biri, onu çöpten bulduğu gazeteyi okumaya çalışırken görüp “Amma da entel deli ha, tam Suphi tipi var bunda da!” demişti. Sonra adı kaldı işte öyle. Harflerin bazılarını tanıyordu, dilenci çocuk öğretmişti. Sahi, bu aralar hiç uğramıyor yanına eşek sıpası, kesin daha çok kazandıran muhit bulmuştur! Kızıyordu Suphi oğlana, terk edecek zaman mıydı ulan? Bari şu okumayı tam sökseydi…


Bazı geceler gökyüzü çok açık oluyordu. Suphi oturup yıldızları sayıyordu. Ne yapsın? Ellerini mi tutacaktı sevgilisinin? Gözlerine mi bakacaktı aşkından eriyerek. Hadi diyelim Suphi baktı, ona hangi kadın baksındı? Elleri nasırlı, tırnak araları hep kir içinde! Sakallarını kestiriyordu ama berberde, bedava! Berber iyilik yapıyordu kendince, içinde binbir pazarlık, Tanrı'yla. “Tanrı'm, ben bu deliyi tıraş ediyorum ama sen de benim arabanın tekerini değdirme taşa!”


Ne diyorduk? Hangi kadın baksın yırtık pantolonuna? Bakan da tiksinip geçiyordu işte yanından. Herkes öylece geçiyordu, hayat geçiyordu…

Bir keresinde çok da güzel olmayan ama çok güzel bakan bir kadın görmüştü. O kadın ona şimdiye kadar hiç görmediği şekilde bakmıştı. Acımadan. On dakika sonra kadını almaya gelmişti biri, herhalde kocası. Adamın koluna girip uzaklaşırken bakmıştı kadın Suphi’ye. Bakışı değişmişti galiba, acımak katılmıştı göz bebeklerine. Belki de en başından beri öyle bakıyordu, büyük bir soru bu hâlâ Suphi’nin beyninde.


Suphi hep düşünür, yapacak daha iyi bir işi yoktur. Geçip giden insanların hayatları hakkında kendince tahminlerde bulunur. “Bu kesin avukat ha, baksana dimdik yürüyüşüne!” Sonra tahminleri acaba doğru mu, diye düşünür. Düşünmek üstüne bile düşünür. Zaman geçmez. Zaman geçmez ama kış hemen geliverir. Bazı evlerde soba erken yanar. Çok kıskanır o kadar odunu olanı. Bazı evler hiç soba yakmaz. Onlarda petekler varmış, evin her yeri sıcacık olurmuş. Banyoya girince bile üşümezmişsin. Duydu Suphi, görmedi hiç.


Bir sabah uyandığında eksik bir şeyler olduğunu fark etti Suphi. Caminin çeşmesinde yıkayıp kurusun diye yattığı kartonun yanına attığı iki çift çorabı ortadan kaybolmuştu. Kalktı, aradı da aradı çorapları. Kış geliyordu, başka çorabı nereden bulacaktı? Çok sövdü. “Hangi puşt çaldı ulan altı delik çorapları?” Aradan yarım saat geçtikten sonra mahallenin maskotu Cino, ağzında tek çorapla çıkageldi. Cino, çorabı paramparça etmişti. Suphi, bir taş attı Cino’nun arkasından. Cino kaçtı topallayarak. Çoraba baktı Suphi, çorap delik deşik. Güldü Suphi. İçinden konuşmaya devam ediyordu. “Yarım akıllıya çeyrek çorap.”