''Seni bende, beni sende arıyorlar.

Beni senden, seni benden tanıyorlar,

Bir birim gibiyiz tümünün gözünde,

Yarım'larımızı bütün sanıyorlar.''

-Özdemir Asaf/ Yalnızlık Paylaşılmaz-


Al şu yalnızlığımı kat seninkine sevgilim. Her gün olduğu gibi bu gün de sana yazıyor ellerim. Yine uyandın mı Güneş açık pencerenden sızarken içeri? Eskiden hiç sevmezdin geceleri, şimdi dostun olmuş öyle diyorlar. İçtin mi o sert, kokusunu bile sevmediğim kahveyi? İzlendin mi el ele geçen sevgilileri? Düştü mü bir kaç damla gözyaşı, gözlerinden çenene ve hatta çaldı mı yine eski radyoda o acımasız aşk şarkısı? Bu gün de andın mı beni?


Ölen sevgilimin yazdığı son mektupta ki son sabahlamaydı bu. Artık ne başka mektup vardı beni sabaha karşılayacak, ne de bir aşk acısı. Bir yıl olmuştu kanserden öleli. Bir yıl, her gün sırasıyla okudum mektuplarını öyle ki bazen yaşadığını düşündüğüm bile olmuştu. Oysa kendi ellerimle koymuştum onu soğuk toprağa. Son defa sarılmış, son defa öpmüştüm. Bu mektup ondan gelen son vedaydı bana. Son bakıştı, son, son, son. Sonlar koyuluyor hep yollarımıza. Bazılarını çok geç kabul ediyoruz. Son vermek yetmiyor bazen, güçlenerek ve hatta hırslanarak yeni bir yol arıyoruz. Peki neden? Neden kabul edemez ki şu insanoğlu bir gün bir son olduğunu! İlla ki gözüne sokmak mı lazım? Alıp bedenini birkaç metre beyaz kumaşa sarıp ve hatta daha da anlaması için bir kaç metre yer kazıp, kaldırıp üstüne toprak atıp, bir kaç saat üzerine ağlayıp sonra malını bir kaç kişiyle paylaşıp, arkayı dönmek mi lazım. 


Bakmayın, size değil kızgınlığım. Belki yaşadığım bu sonu beğenmeyişime, belki de bunun bir son olmayışına kızgınım. Gerçi benim kızgınlığım kime fayda? Ne değişir ben çok kızsam, parçalasam kendimi? Getirebilir miyim onu geri? Gerçi getirsem geri olabilir miydik eskisi gibi? Kendimi görmüştüm onun acı kahve gözlerinde. Aynı şeyleri yaşamış, aynı yollardan geçmiş ve aynı suları içmiştik. Pişmanlıklarımız aynıydı, hatalarımız ve hatta korkularımız da aynıydı. Aynıydık onunla. İnsan kendisine bu denli benzeyeni görünce korkar. Sanki çıplakmış, en derinlerinde saklanan o sırlar bile görünür olmuş gibi gelir. Biz görünürlerimizle bile aynıydık. Aynılık yormuştu belki bizi. Merhem olamazdık acılarımıza çünkü ikimizinde yarası tazeydi. Kanıyordu durmadan. O başka kalbe merhem, ben başka bedene bant olmuştum bu hayatta. 


Hastalığı onu benden aldığında kimsemin kalmayacağını biliyordu. Ne bir dost, ne bir sevgili. 365 Mektubunda her güne görevler koymuştu bu yüzden; Bugün çiçekçiye selam ver, Bugün apartman toplantısına katıl, Bugün yeni bir hobi için kursa yazıl, Bugün birine aşık ol... Sonuncusu son mektubun son göreviydi. Yalnızlığımdan korkmuştu. Beni başkasıyla düşünecek kadar korkmuştu. Bu görevi ilk gün verseydi diğer mektupları okumaya tenezzül bile etmezdim. Yavaş yavaş kattı beni dünyaya. Canımı yakmadan, korkutmadan, ürkütmeden aldı beni içeri. Aşk. Hissettiklerime aşk denir mi bilmiyorum. Ölen sevgilimi sevdiğim gibi sevmiyorum onu ama anlıyorum. Yeni şeyler öğreniyorum onunla, hayatı paylaşmaya, ona alışmaya çalışıyorum. Yaşadıklarımı ve mektupları biliyor. Beni ve seni kabul ediyor, sevgilim. 


Bende sana mektuplar yazmaya başladım bu gün. Senin bıraktığın yerden başlıyorum hayata. Senin için de yaşıyorum artık. Kalbim seni sayıklıyor bazı gecelerde, hıçkırıklarla kalkıyorum. Mektubuna sarılıyorum sonra, hep yanımdasın anlıyorum. Bende böyle mektuplar yazıyorum sana. Mezarının başına bırakıyorum. İki kişi yaşıyorum bu hayatı, seni her gün anıyorum. Beni sende, seni bende görüyorlar artık. Alışıyorum. Başka bir hayatta görüşmek üzere sevgilim. 




/Alıntının yazıyla doğrudan hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır./