Güçlü olmaya çalışmıştı konuşurken, ki bunu başarmıştı da. Ta ki o cümleye değin... Her zamanki yerimizde, diye fısıldadı. Dudakları birbirine değerken, birlikte içilen şarapları, onlarca kelimeyi anımsıyordu adeta. 19.30 diye sözleşmiştik, Taksim'de olacaktık. Kafka Cafe’ye gidip şarap içecek ve birbirimize veda edecektik. Erken gittim. İstiklal'den Şişhane'ye doğru yürüyüşünü görmeye can atıyordum. Onu son görüşümün üzerinden1 sene ve onlarca kırgınlık geçmişti. Siyah saçları iki omuzunun üzerinde salınıyordu ve dudakları çatlamıştı. Suratını ekşiterek yanıma doğru geliyordu. Ne zaman gergin olsa dudaklarındaki etleri koparır, çatlamış dudaklarıyla insanlar arasına karışırdı. İçinde bulunduğumuz durumun zorluğunu yüzünden anlayabiliyordum. Yanıma geldi, sarıldık. Son kez sarıldığını bilen iki insanın mağrurluğu vardı üzerimizde. Kafeye geçtik, şarap söyledik. Yeni başlayan iş rutinlerimizden, hayatlarımıza giren insanlardan, mecburi arkadaşlıklardan, izlenilen filmlerden, okunan kitaplardan, okunması gereken kitaplardan, gidilen yerlerden, gidilmesi gereken yerlerden... Özetle her şey üzerine konuşmaya başladık. Dünya üzerinde var olmuş bütün kelimeleri kullandıktan sonra bir ölüm sessizliği şarap kadehlerinin etrafında gezinmeye başladı. Şarabını yudumlayıp, gözlerimin içine bakmaya başladı. O bilindik delici bakışlarını gözlerimden ayırmamaya, ruhumu okumaya çalışıyordu adeta. Sessizliği bozmak istedim. "Son konuşmamızda dinleyebileceğim kadar dinlemeliydim seni." Kafamı kaldırdım, gözlerimiz buluştu ve özledim dedim. Kendi sesimi duyamayacak kadar cılız bir özledim demekti bu. Fakat anlamıştı beni, duymuştu. Buraya veda etmeye geldik biliyorsun, dedi. Haklıydı, veda edecektik. Bir daha görüşmemek üzere sonlandıracaktık aramızda ki tüm bağı. Doğru olan şeyi yapmaya geldik ama sormadan duramadım. "Neden bu hale geldik?" dedim. Söylediğim bir cümleden daha çok sesli düşünüyor gibiydim. "Denedik biliyorsun. Bizler birlikte yaşayamayan ve bunu kabullenemeyen 2 kişiden ibarettik." dedi. Haklıydı. Ne zaman haklı olmamıştı ki? En kızdığım anlarda bile haklı olmayı sürdürüyordu. "Şimdi nasıl olacak?" diye sordum. "Sanki birbirimizi hiç tanımamış gibi vedalaşacak mıyız?" Dudağını ısırarak, "Anılar" dedi, "Anılara sığınacağız. Güzel hatırlayacağız birbirimizi. Sanki birbirimize hiç bağırmamışız, hiç kırgınlık yaşamamışız gibi davranacağız. Fakat senin halletmen gereken bazı problemler var farkındasın değil mi?" Elbette farkındaydı. Takıntımdan bahsedecekti, verecek cevabım da hazırdı. Gülümsedim, dersine çalışmış bir öğrencinin rahatlığıyla gülümsedim. "Burada olmadığımın farkındasın değil mi? Bunu yapmaya son vermelisin." dedi. Neyi yapmaya son vermeliyim, neden bahsediyorsun diyecektim ki, neden bahsettiğini çok iyi bildiğimi fark ettim. Devam etti. "Biz bugün hiç konuşmadık. Ben şu an evimdeyim ve sen burada tek başınasın.Neden bunu yapıyorsun kendine?" Artık konuşmama gerek yoktu. Vereceğim her sessiz cevabın karşılığını anında alabilecektim. "Bana neden ihtiyacın var?" İhtiyaç kelimesini adeta bağırarak söylemişti. "Cevaplamıyorsun o halde ben anlatayım. Kendine karşı olamadığın dürüstlüğü, ben yine sen aracılığı ile anlatayım sana. Acı çekiyordu. Bu acı daha önce hiç karşılaşmadığın, kendi yaratmadığın gerçek bir acıydı. Bu acıdan kaçınmanın yolunu ise farklı bir acıyı seçerek gerçekleştirdin. Benimsediğin, bildiğin bir acıya kaçındın. Bana kaçtın. En büyük problemlerinden biri de bu. Yüzleşmek yerine kaçıyorsun. Kendi yalanlarına inanır hale geliyorsun. Bunları sana farkında ol diye de anlatmıyorum. Her şeyin farkındasın. Şu an korktuğunu biliyorum. Eğer benden kurtulursan, beni anımsamazsan, yüzleşmek zorunda olacağın acıyı çekmekten korkuyorsun. Artık büyümeye başlamalısın. Artık büyümelisin. İnsanlardan bana, benden insanlara kaçıyorsun. Ta ki acı çekmeyeceğin bir an bulana kadar. İçinde çocukluğundan beri süre gelen boşluğu doldurmaya çalışıyorsun. Yalnız olduğunu düşünüyorsun, fakat hiç yalnız kalmadın. Yalnızlığın, insanların acılarıyla doluydu senin. Hep birileri vardı. Ne zaman içinden çıkamadığın bir acıyla baş başa kalsan, bana kaçıyorsun. Çünkü ben, senin kendi yarattığın bir acıydım. İnsanlar sana acı çektiremezler sanıyorsun. Sana yine sen acı çektirebilirsin sanıyorsun. Fakat öyle değil. Acı da diğer duygular gibi yüzleşmek zorunda kalacağımız bir gerçeklik. Bu gerçeklik duvarından kaçman, daha büyük bir duvara çarpmana sebebiyet veriyor. Şimdi ben gidiyorum, sandalyemi çektiğimi duymayacaksın.Kimse benim gittiğimi görmeyecek buradan. Sadece sen göreceksin. Senin içinden süzülüp gitmemi sessizce izleyeceksin."

Dediği gibi oldu. Hafif bir esinti önce şarap kadehimin etrafında, sonra oturduğu sandalyenin çevresinde onunla birlikte esip, uzaklaşmaya başladı.