Sen hiç olmayacağını bildiğin hayallere inandın mı Perihan? Ben hep mutlu sonla biten masallar yazdım, yarım kalan herhangi bir şeyi kabul etmediğim doludizgin hayatlar. Seviyorum, seviliyorum; emek veriyorum, hemen karşılığını alıyorum; fedakarlık yapıyorum, inanılmaz bir vefayla ödüllendiriliyorum! Olmayacağını bilsem de inandığım masallar. İnsanlığımın korkunç yanılgısı. Bununla yüzleştiğim ilk gece öleceğimi sanmıştım. Ölmedim, bununla yüzleşmek daha da ağırdı. Acıdan yok olacağını düşünürken bir yandan işe gitmen, yiyip içmen gerekiyordu. Yani hayat devam ediyordu ama inanmadığın şekilde. Dursun dediğin ne varsa ilerliyordu. Korkunç bir akış!


Yarıda bırakmakla bitirmenin aynı şey olduğunu da o zamanlar anladım işte. Oysa ilk zamanlar devam edeceğine inanmış, her küçük işareti mucizelere yormuştum. Üç kırmızı araba geçti, dönecek; bugün ayın on üçü, ee günlerden de perşembe, o zaman kesin dönecek! Dönmeyeceğini anladığımda bilmem kaçıncı perşembe geçmişti.


İnsan kötü de olsa o alıştığı evden çıkmak istemiyordu Perihan. Duvarlarının küflenmesi, tavandan suların akması evi kötü yapmıyordu. Huzursuz, mutsuz olmanın hiçbir önemi yoktu çünkü evimdeydim. Alışmışlığın verdiği güven duygusu! Nefes alamadığım ama kapıdan dışarı adım atamadığım o korkunç güven duygusu, yani bir nevi zehirlenme hali.


Kuş bakışı kendi hayatını izleyebildiğin, kanat çırptığın o an! Yarım kaldığını sandığın hayatının yeniden başlama süreci. Anka kuşu klişesinin hayat buluşu, kanatlarının yerini fark etmen, ev diye kaldığın o izbe, korkunç harabeyle yüzleşmen.


Bahçede çiçekler açıyor, koş Perihan!