Muhteşem hikayeler iki şekilde başlarmış. Ya insan yolculuğa çıkarmış ya da şehre bir yabancı gelirmiş. Şehre bir yabancı gelmişti.
Kimsesi yokmuş, kimsem yoktu. Gözlerimin ta içine bakardı.
Bi insanı ilk gördüğünüzde anlarmışsınız o kişi olduğunu . O kişiyi buldum sanmıştım.
Yanlış hissetmek gelir geçer ama iki tarafın da aynı anda aynı duyguyu yanlış hissetmesi geçmezmiş.
Çok aşığız sanmıştık, kimse bizi durduramazdı. Her istediğimizi yapar, herkese kafa tutardık.
En çok da birbirimize. Ne bilelim aşk böyle bir şey demişlerdi. Seni yavaş yavaş hasta eden bir bağımlılık. Çok şeye bağımlıydık. Şişe bira içer, etiketini sökerdik. Hayata dair hiçbir şey bize yabancı değildi, hele ölüm hiç değildi.
Görenler tedavi olmamızı söylerdi. Hastalıkmış bizim ilişkimiz. Bir deliliğin iki kişi tarafından paylaşılmış haliymiş. Her şey başta çok güzeldi, mutluyduk bile belki. Ama sadece kafamız güzelken. Birbirinden nefret eden ama birbirine bağımlı iki insan... Düşününce ne kadar korkunç geliyor. Muhteşem bir hikaye değildi elbet ama şehre o yabancının geldiğini sanmıştım.
Bir daha asla aynı yaşlarda olmayacak ve bir daha asla aynı yolda el ele yürüyemeyeceğiz. Hiçbir yarım kalmışlık birbirimizi tamamlamaya yetmeyecek ve bazı şeylerin üstesinden gelemeyeceğiz. Ama her şeye rağmen en güzel sevilmişlikle sevildiğini unutma olur mu?
Kafası sürekli güzel iki insanın yalnızlığı aşk sanması işte böyle bir hikayeymiş.