Bir sabah, bir sıcaklıktı uyandığı, canı dondurma çekmedi adamın. Dondurmaya ihtiyacı yoktu, ne susamış ne de arzuydu ondaki. Yatağının çarşafı kaymış, akşam içtiği sigara ve kahvenin tadı dilinde; her sabah aynı tat diye düşündü, aynı ben. Zor. Pencereye gitmek. Yolda yürüyen insanlara bir insan gibi bakmak.


Kahvaltı mı yapacağım şimdi ben diye düşündü. Üşengeç bedeni yataktan bile çıkmaya zorlanırken dondurma istemiyordu canı. İçinde doymayan şey bu dünyada yoktu, açtı, tükettiği hep kendisinde; dişleri sivri onun, azizdi diğerlerinin gözlerinde. İyi oynuyordu bu oyunu.


Kendini kandırdığını inkar edemeyecek kadar gömülmüş, baksanıza diyor size, buradayım, gülüyorum, nasıl, iyi mi böyle?


Kendine bakmaktan aciz. Kelimeler düşmanken hep uzaktı yarınlara, kelimeler yanındayken şimdi pek yakındı korkularına.


İçinde gömdüğü bir şeyler kalkıp kahvaltı yapmak istemiyor. İşe gitmek, otobüse binmekte. Tatiller serpildi önüne, dışarda sıcak bir kahve içelim dedi, denizde yüzelim, barlar da içelim. Hadi gel katıl dediler adama. Adam tatili arzuladı, zaman cebindeyken katili oldu şimdi. Onla ne yapacağını hiç öğrenememişti ki. Eğlence kelimesinden hep tiksindi. Sahtelik vardı işte. Bana yakışmayan bir şey, kokuyordu. Uzak tutun.


Kimse nasıl yaşanır, nasıl yataktan kalkılır söylememişti adama.


Şimdi herkesten bir ses yükseliyor. En çok kendinden, kendine; kelimelerin var, kendine sunduğun dolu yalanların, dönüp bak, yoksa kaç.


Adam hep kaçmayı seçti. Hayır diyemedi pek. Hep bir grubun arkasında gelmeyi seçti. Lise de şiir okursan sınavlara girmeden geçiririm diyen öğretmenine gözükmemek, hayır diyememek için okulu ekti.


Küçükken pek küçük, bir kızla buluştu yağmurda, bekledi ve bekledi. Kız geç geldi bir özür ve selamdı ondaki. Sonra selamın devamı yarıda kalıp başka erkeklerle konuştu kız, arkadaşım dedi, bir saniye dedi. Adam o zaman çocuktu, kalbinde derin bir yalnızlık ve yağmurda evine yollandı. Yalnız başına. Hayalleri ayakkabısının tabanında boğulmuştu.


Kimsenin ilgisini çekemeyen biri, insanlar gölgelere bakmaz, ondaki hep bir karanlıktı.

Adam anısını kurcalayınca anlıyordu. Görünmez olup yalnızlığına sığındı. Orada ne senin sözlerini duymayan, ne de yapacağın aptal espriler yüzünden kızaracak bir surat vardı. Odalara kapadığı kendini ve kendi bedenine iliştirdiğin derileri, yoldu, kimsenin görmemesine neden olan sivilceleri vardı adamın.


Hepsini yoldu. Pek zalimdi bunu yaparken. Annesine bir şey demedi, babasının hayal kırıklığı, abisinin göremediği bir duvardı o. Kimse dinlemedi. Gözlerine bile bakmadan geçip gittiler adamın yanında, çocukken, biraz da büyürken.


Şimdi kirasını ödediği bir evi var bu adamın. Bir işi. Korkularıyla dokuduğu bir yatağı.


Acı neden bu kadar konforluydu, neden sıcak battaniyenin içinde tüm kaçışlar mümkündü sanki.


Çıkamıyor onun içinden. Korktuğunu biliyor, nedenlerini anlıyor ama olmuyor.


Adam kahvaltı yapmalıyım diyor, midemden ses yükseliyor. Dolapta sadece yumurta var, yağ bitmiş miydi acaba? Bilmiyor.


Aman siktir et! Kafanı koyup uyu, uyu, uyu. Kendini bir şeylere mecbur bırakana kadar uyut. Ninni söyleme ama, başını da okşama, azarla onu; babanın sözlerini tekrarla ona, sevmediğin babanın.


Hane pazara giderken elinden tutmanın gurur verdiği babası, okula almaya gelirken yaşlanmış suratından utandığı, yanlışların cezasını kesen babası. Şimdi ayağı çukurda ve beraberinde adamı da sürüklüyor.


Yataktan çıkamıyor adam. Hava üstünde, bedenini eziyor odaya izinsiz giren rüzgar.


Kalk, bir kaç şınav çek asker. Ellerini doğru ayır.


Yatağından sonunda doğruluyor adam. İsteklerinin anlamsızlığı baktığı ellerinde. İş zamanı, ondan hane. Yoksa ölene kadar içine sokacak yatağını.


Bir şeylerin olmasını arzulayan korkaklık adamda ki. Bir şeyler olacak, sıkılmanın bedelini ödeyemeyecek kadar yaşlı. Hakkı yok buna. Dolu hobileri var, okumak istediği kitap, yaratacağı sanat var. Hepsi ağlayarak onu bekliyor. Adam ne yapıyor, sıkılmaktan sıkılıyor.

Bir şey.


Beklenen bir şeyin acı kamburu. Kelimelerini başkasına satarken kendinden çaldığı şeyler var. Kendisini sevmiyor ki. Hep acı çekti, yalnızdı, biraz da umursamazdı kendine karşı. Neden olmasın ki.


O kadar alışılmış bir konfordu ki bu, onu bırakmak yatağından doğrulmaktı, kahvaltı yapmak ve aynada şarkı söylemese de ağzını fırçalamaktı bu. Adamın alışık olmadığı bir şey. Bunu yapıyordu çünkü diğerleri yapıyordu. Yapması gerektiğini salık vermişlerdi. Adam da yapmıştı.


Onları kaybedecek lüksü olmamıştı işte. Onların dolu lüksleri vardı oysa. Kıskanmıştı. Onlar hep bir koşul nedeniydi yanında. Zeki, esprili, lider ve daha nice neşenin verdiğiydi hep yanındakiler.


Kafede çayını yudumlayan adamın neşesini öldürecek bir hüzün ve kayıp giden şeyin izini nasıl göstermeliydi ki adam. Tabi gülecekti, ayak uyduracaktı bu sürüye. Beni bırakmayın ne olur; istediğin her şey olurum, yalanlar söylerim size, dolu sevgilim oldu, kavga anılarım var size, aykırı fikirlerim, kendimden başka her şey var sizi yanımda tutmam için. Sizi.


Lütfen! Terk etmeyin beni. Benim böyle bir lüksüm yok. Kimse söylemedi.


Adam şimdi yatağını terk edemiyor. Adam yatağını terk ediyor işe gitmek için. Kedisinin maması bitmiş kalkıp verecek gücü bulamıyor kendinde. Adam hep kabul etmekten bahsediyor. Aynada kendine yumruk atma isteği ne oluyor o zaman, sorarlar bunu adama.


Sen aziz değilsin diyor kendine yönelttiği parmakları kendisine. Herkes seni öyle sansa da ne bok olduğunu ben biliyorum. Senle yalnız kaldım, hayatta kalmak için hikayeler ve nice benler yarattık senle. Senin ağlamaya lüksün yok. Saçmalama, sıkıcı da olamazsın, şarkı söylemen de neyin nesi, dolu kız arkadaşların oldu senin tamamı, bu yalanı sakın unutma, dalga geçerler vallahi söyleyim. Aşk saçmalıktır, hep tekrarla bunu, babandan nefret et, okulun asisi ol, yalnızlığını öv ki onlara ihtiyacın olduğu belli olmasın, tabi kendinin de bundan haberi olmayacak. Silip at hafızandan. Sen yalnızlığı seversin tamam mı. Bu yalanı her gün aç karınla yut, su içme, boğazında bir yumak gibi hissettirecek merak etme, ölmeyeceksin, güvendesin. İnan bana.


Adam inandı. Yalanlar hep tatlıydı. Acı orada ama gerçekler kadar sert bir giyotini yoktu. Yargıç kendisi, ölüme mahkum edilen ise vicdanı.


Şimdi yataktan doğruldu işte. Ayakları tozlu, pis zemine dokundu. Ne iğrendi ne de umursadı. Odasından çıktı adam. İşedi adam. Hazırlanıp yola koyuldu adam. Adam tekrar evine gelip yatağa attı kendini. Adam bunu hep yaptı.


Arkadaşları dışarıda Starbucks’da oturmuş. Şu kız beni kesti. Diğerini yatağa atmıştım. Salağın teki, inan bana demiş. Sıkıcıydı ama en azından hava alıyoruz be oğlum diyorlar adama. Hayatsızsın diyorlar, müdürü suratında da ki ifadeden hoşlanmıyorum diyor. Fazla hüzünlü.


Adam artık gerçekten yalnızlığı tadıyor. Yalandan arınmış bir yalnızlık bu. Hayır demeyi öğrenmiş, dondurma kadından. O şimdi uzakta. Ona söyleyecek kelimeleri yok. Artık aziz olmak istemiyor ona, hiç kimseye.  Acısını hala derinden hissediyor adam. Ağladığını bilmek, birisi, orada, senden bir parça gibi, hep bir kaçışları var, senin gibi. Kendine söylemediğin kelimelerle gitmek istemiyor ona artık adam. Kendinde de gördüğü acıyı ret etmekti ona söylediği kelimeler, şimdi orada acı çekerken anlıyorum demek yerine seni seviyorum demekti yalanlardan arınmak. Seni seviyorum, senle sessizce özlediğim kahvaltılarım var, yataktan çıkmam için sen varsın, sakin sokakların arasında yürürken yediğimiz dondurmalar demek yerine yaladığımız dondurmalar diyecek kadar özgür artık. Adam bunu düşünüyor.


Sevgiye dair çok şey söylendiğini biliyor adam. Ona dair çok az bilirken sevdi, bu sevginin de kendisinden kaçacağından korktu. Hep terk edilmemiş miydi, terk etmeyenlere hep yalan söylememiş miydi kendisi hakkında. Kendisine bile. Ama sevgi orada kocaman parlak bir ayna, kaçamıyor adam.


Sen beni yataktan çıkaracak kadar ben yaptın. Sevgiyi böyle tanımlamak istiyor adam. Şairlere bulaşmak istemiyor. Başkasına bakıp diğeri olmakta.


Korkuyor da. Gitmesinden. Diğerlerini öpmesinden. Beraber dondurma yiyemeyeceğinden ödü kopuyor. Bu korku içinde gizlenip kendini saklamanın verdiği şeyler olmadığını anlıyor. Adam kendine kahve yapıyor. Kahveden ödün vermez. Çünkü o çok Hollywood filmi izledi, cool adamlar hep kahve içti. O da içersem cool olurum diye düşündü. Şimdi ona bağımlı.


Onla güçlü olabilecek bir potansiyelin altında yıkanmak istiyor adam. Onla beraber korkmak, gülmek, beraber yataktan çıkmak için anlamlar yaratmak istiyor. Dondurma kadına olan aşkı hem korkutucu hem de görmezlikten gelemediği kadar muhteşem bir his. Ne onu kirletip kullanmak, ne de yalanlara buladığı benlikleriyle karşısına dikilmek istiyor.


O hep bunu yapıyor, Kendisine belki fazla gerçekçi. Adam da bunu yapmak istiyor. Adama bunu yapacak özgürlükleri var dondurma kadının aunasında. Melankolik bakışlarımda sus ve yanıma otur diyor adama. Adam susmayı öğrenmek istiyor onla, yan yana otururken ilginç olmadığı için yanından kaçıp gitmesinden korkmak istemiyor artık.


Adam kahvesini içerken tekrar yatağına gömülüyor. Yatarken cool cool kahvesini içiyor.


Hala bu konforun içinde bir tutsak. Ama o dondurma kadın, uzakta olup beraber düşelim mi diyen kadın, ona inanıyor, ona inanmak kendisine inanmak. Şimdi anlıyor.


Dondurma kadınla dondurma yemenin zarif zamanına fısıldadığı gecelerde düşünceleri var. Yarın görmek istiyor onu. Yarın görecek onu. Sarılacak ve özür dileyecek. Teşekkür edecek adam. Beni ben olmaya zorladığın için. Ben benden uzaklaşırken elimi bırakmadığın için. Bensizlikte dolu kelimelerin hiçliğinde savrulurken hep yanında olduğumu ama bunu nasıl yapacağımı bilmediğimi anladığın için...


Teşekkür ederim diyecek adam.


Özür dilerim diyecek adam.


Sonra sıcak hava da, yataktan çıkmak için aşkla dondurma almaya yollanacaklar Dondurma Kadınla.


Ağzında dondurma kırıntıları olacak dondurma kadının; kaldı mı, silim mi, diyecek. Adam gülecek, söylediği tek yalan o kırıntıların gittiğini söylemek olsun diyecek kendine, orada kırıntıların olmasını hep sevecek.


Öpmek isteyecek.


Hep öpmek onu.