Uzun saatler sonrasında anlamış olacaktı, beklemenin hiçbir zamanı geri getirmediğini daha da geçmişinden götürdüğünü, daha çok hatırlayarak.
Ne fayda çocuktu henüz düşse, ağlasa da az sonra yine aynı şeyi yapan bir çocuktu. Yine bekleyecekti, yine beklemekteydi.
O
Bin kişinin yanından geçse,
On bin insana seslense de
Bir kişi başını kaldırıp bakmazdı ondan tarafa.
Avazsızlık değildi bu, düpedüz bahtsızlıktı.
Yere düşüp de avlanan serçe yavrusu gibiydi onun hayatı, ilk gördüğü iri dişler onun için başta anne şefkatiydi ne olduğunu bilmediği.
Yenilmişti daha ilk kez dolduğunda duman ciğerlerine, on üç yaşındaydı. Ardından binlerce zakkum çiçek açıp aldattı onu, ellerinden pamukluğunu aldı, yerinde siyah renkli boyalar...
Dokunduğunda kirletirdi kâğıtları, oysa o boya nedir bilmezdi. Bildiği tek boya yanık kokardı yerinde yanardı.
Bir eline taze bezler dolardı kim bilir kimin eskisi, kim bilir ki onun için bulduğu çiğnenmiş sakızın da yeni olacağını...