Doğumumu hatırlamıyorum, herkes gibi. Islak bir aralık sabahı olduğunu söyler annem hep. Güneş yüzünü hiç göstermemiş. Minicik bedenimi kat kat battaniyelere sarıp ısıtmışlar. Hiç ağlamamışım, gülmemişim de. Babam beni ifadesiz oyuncak bebeklere benzetirmiş, hatta bazen ağlamamı bile istermiş yaşadığımı anlasın diye. Geceleri hiç uyanmazmışım. Yüzüme yaklaşıp nefes alıp almadığımı kontrol ederlermiş. Gel zaman git zaman, o bebek büyüdü tabii. Doğumumu hatırlamıyorum demiştim ama yaşamaya başladığım günün her saniyesini hatırlıyorum. Karlı bir aralık akşamıydı bu kez. Gökyüzünden pamuk yağıyor gibiydi ve hava çok sakindi. Eldivenlerimle şapkamı kaptığım gibi sokağa inmiştim. Ellerim cebimde yürümeye başladım. Sokakta pek kimse yoktu. Arabasını çalıştırmak için uğraşan emekli öğretmen Zeki amcaya başımla selam verdim, selamımı her zamanki içtenliğiyle aldı. Böyle olmamış da olabilir bilmiyorum, belki de sadece bana içten gelmiştir. İçimde öyle güzel hisler vardı ki herkesi kucaklayabilirdim o akşam. Sokağın sonuna gelip caddeye çıktım. Orası sokağın aksine ışıl ışıldı ve karın tadını çıkarmak için toplanmış insanlarla doluydu. Bazı çocuklar kartopu savaşı yapıyor, bazı sevgililer el ele yürüyordu. Caddenin ortasındaki süs havuzunun suyu donmuş, tuhaf bir şekil oluşturmuştu. İnsanlar havuzun önünde fotoğraf çekilmek için sıra bekliyordu. Yaşlı bir çift ağır ağır yürürken süs havuzunun yerinde eskiden bankların olduğunu konuşuyordu. Kadın adamın koluna girmiş, ondan güç alıyordu. Adam, başı dik yürüyordu, adımları kendinden emindi. Koluna giren kadının varlığıyla gurur duyuyor gibiydi. Birkaç sokak köpeği dükkanların önüne konan mamaları yemeye koyulmuştu. Kalpli balon satan baloncular caddenin çoğu yerinde görülebilirdi. İtiraf etmeliyim ki balonlar beyaza çok yakışıyordu. İç sesimin bile konuşmasına izin vermeden bir baloncuya yaklaşıp kalplerden bir tane de ben aldım. Baloncunun para üstünü vermesini bekleyemeden oradan uzaklaştım. Adımlarım kararlı, kalp atışım hızlıydı. Yaklaşık yirmi dakika süren bir yürüyüşün ardından Zuhal’in apartmanının önüne vardım. Adımlarımdaki kararlılık azalmış gibiydi ama buna aldırmadım. Hızlı hızlı apartmana çıkıp zili çaldım. Diafonda “beniim” diyen sesimi duyunca şaşırmış olmalıydı, kapıyı açtı. Elimdeki balonu duvarlara sürte sürte dört katı yürüyerek çıktım. Kapısının önüne geldiğimde nefes nefeseydim. Balonu elimden bıraktım, uçup tavana yapıştı. Nolur affet beni, dedim. Nolur affet. Sarıldı, bu affettiğinin göstergesiydi. Doğduğumda hiç ağlamamışım ama işte o sarılmada çok ağladım. İşte o gün benim yaş günümdür.