Güneşin ilk ışıkları şehrin üzerinde dolanırken yorgun delikanlı bir sigara daha yaktı. Onu boğan duygulardan arınmak istercesine derin nefes aldı. Yılgın beyni yine onu gafil avlayarak acizliğini hatırlattı. Beyaz ve sıralı dişlerinden dökülen hüzünlü kelimeler birden sarstı onu. Yaptığının yanlış olduğunu biliyordu. Sahi neden bir başkasının ona acımasını izin vermişti? Sanki dışarıdan kendini izliyormuş gibi diz çöküp ağlayışını hatırladı. Pişman oldu. Kendine öfkeliydi ve bir çeşit cezalandırma gibi keskin bıçaklarını kendine yöneltti. Bilinçsizce yaptığı bu davranışlar kendisine acımasına sebep oluyordu. Oysa o da biliyordu ki acımak, en kötü duyguydu. Yıkıcıydı, sevgi yoktu içinde, fedakarlık barındırmıyordu. Yalnızca bencillikti. Hatrından silmek istediği görüntüleri kovarcasına gözlerini ovaladı. Uzun parmakları alnında gezindi bir süre. "Bazen" diye mırıldandı. "Bazen hissettiklerimi birinin anlamasını dilerdim." Düşüncelerinin yoğunluğu başını ağrıtıyordu. Görüntü bulanıklaşıyor, midesindeki yanma yerini kusma hissine bırakıyordu. Kararmış dünyası onu sadece ruhsal olarak zehirlemiyor, bedeninde türlü işkenceler yaşanmasına sebep oluyordu.


Oturduğu yerden kalkmak istemedi, hayata karışmak istemedi, insanların bulunduğu herhangi bir yere istemedi, anlamını yitiren hayatını sonsuza dek orada sürdürmek istedi. Hayal kırıklıkları coşkun bir nehir gibi kabarmış canını yakıyordu. Bu his tanıdık bir histi. Bir çocuğun annesinin olmayışında hissettiği gibiydi, on sekizinde bir gencin sevdiği ölmüş gibiydi, bu his en sevdiğin insanın seni umursamayışındaki o histi. Belki de hepsiydi. Hepsinden daha fazlasıydı. Erken yaşta hayatı öğrenmekti, öğrenmek zorunda kalmaktı. Duygularını anlatmanın yolunu aradı biraz. Bulamadı. Ağlamak sandı, değildi. Çünkü yalnız ağlamanın verdiği acıyı biliyordu. Birine sarılma ihtiyacı duydu. İsteği bir sevgilinin kollarında teselli bulmaktan öteydi. Tanrının şefkatini istedi, annesinin merhametini, babasının sıcacık yüreğini. "Hayalcisin, hayalci." dedi iç sesi. Beyni olmayacağını bildiği isteklerle dolup taşıyordu şu sıralar. Olduğu yer ile olmak istediği yer arasında sıkışıp kaldığını fark etti. Lakin ne olduğu yerde mutlu olabiliyordu ne de olmak istediği yere adım atabiliyordu. Yanmış, kullanılmış, yarısı sönmüş sigaralarında gezdirdi gözlerini. Kendini yargılamaktan yorulduğunu anladı ve kendini beceriksizce savundu kendine. İçinde yanan ormanların üzerini kapattı önce belli olmasın diye. Farkına bile varmadığı sessiz ruhuna sığındı daha sonra. İçini soğutmadı ağlamak. Canının yanışını anlatmaya yetmedi.


Göz altlarının morluğu bir hayli çoğalmış, yorgunluğunu dile getirir şekilde göze çarpıyordu. Kalktı. yürüdü öylece nereye gideceğini bilmeden. Adımlarındaki isteksizlik onu yavaşlatıyordu. İri gözlerini kaldırımdan ayırmadı. Düşünmesi faydasızdı ama düşünmeyi de bırakmıyordu.

Sabahın kuru soğuk hali zaten üşümüş olan ruhuna çarptı. Ruhsal üşümüşlüğünü derinden hissetti. Sessiz, karanlık ve soğuk bir yerin içinde savruldu. Boşlukta süzüldü. Yük oldu elleri vücuduna, nereye koysa bilemedi. Cebine koymayı düşündü; cepleri düşünmeyi, üzülmeyi ertelediği konularla doluydu. Göğsünde bağlamak istedi kollarını ama sıkışan kalbini daha da acıtmaktan fazlasını yapmayacaktı. Vazgeçti, sonra bıraktı. Sallandılar öylece. Omuzlarındaki yüklerle beraber çökmüştü kolları. Şimdi en çok ihtiyacı olan birinin onu kaldırması, ona güç vermesiydi. Acizliğinin bilincindeydi ve bu bilinç onu kendine katlanmasını zorlaştırıyordu. Kendine duyduğu öfke yavaş yavaş hüzne dönüştü. Artık dayanmak istemediğini anladı ve bir anda karar verdi. Kendini soyutladı dünyadan, hiçbir şeyi önemsemedi. Tek istediği sonsuz zaman diliminde sonsuz uykuydu. Çok kez düşlemiş ve çeşitli senaryolar kurmuştu bunun için ama düşlediklerinin hiçbirini yapmadı. Ruhunun sonsuzluğunu hissetti. Vazgeçmişliği ve sorumluluklarından kurtulma rahatlığı tüm vücuduna yayıldı. Bir defa huzurla gülümsedi. Belki de bitişte aradığı başlangıç en iyisi olacaktı. Hızla geçen mavi bir arabanın önüne atladı beklenmedik bir şekilde. Gördüğü son kare gök kubbesiydi. Tanrı bu hikayeyi bitirmişti.