Tik tak, tik tak tik, tik, tik

TAK.


Kolunda akrebi balyoz olan saat. Ne kadar sert ve gürültülü diye düşündü. Kolu uyurken her yüzüne yaklaştığında sesinden uyanıyordu.


Tik TAK tik tik tik


Kimi gürültülerle uyunabilirdi tabii. Cam aralıkken uzaktan gelen inşaat sesleriyle, yan komşunun hafif çirkin müziğiyle ya da bazı kuş sesleriyle uyunabilirdi. Fakat en kötüsü balyozlu olanlarıydı. Beyninin tam içindeki o kocaman ‘TAK’ sesleri. 


Nereden geldiğini asla kestiremediği ve kapanması mümkün olmayan bazı sesler. Bu seslerden en kötüsü ise çığlıklardı. Kendi çığlıkları ve kimi zaman tanımadığı seslerin çığlıkları. İşte bu sesler zerk edildi mi beyne uyumak imkansızdı. Hay aksi dedi yine saat başı uyandık.

 

Kafasının içini tam anlamıyla okutabilseydi bir şeye ya da birilerine sanki tüm giz çözülecekti. Ama kimse bununla pek de uğraşmak istemedi. E iş vardı, sonra geçim derdi falan, kanepeme hangi kırlenti alsam, duvarlarım sonra, ah be tuvalet kağıdı bitmiş.


Yazık diye düşündü. Herkesin o kadar çok düşüneceği şey var, ki.

 

Uzun sarı saçları vardı ve boyu da ortalamanın biraz üstündeydi. Ortalama neydi kim ortalamıştı bu değerleri bilinmez ama üstünde olduğu kesindi. Kolundaki saatin çok sesliliğine aldırmadan ve ondan kurtulmayı bir an bile düşünmeden eline kahvesini alıp koltuğun bir köşesine oturdu. Kenarları çokça taşınmalar sonucu aşınmış olan sehpanın üzerindeki kitaba uzandı. Gözüne bir cümle ilişti:

 

“Hayat ileriye bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır.”

 

Yutkundu. İlk aklına gelen Kierkegaard’ın neden Facebook özlü sözler sayfasına yakışacak bir cümle kurduğu oldu. Sonra fark etti ki cümle pek basit değil. Cümleyi anlamak basit değildi. Cümleyi düşünmek, ama çokça düşünmek ise hiç basit değildi.

 

Cümleyi tam on sekiz ay düşündü. E tabii sürekli değil, zaman zaman.

 

Geriye bakarak anlayabildiği hiçbir şey bulamadı önünde. Ya da bilmem, gerisinde. Özellikle geriye baktığı her şey daha anlaşılmaz bir hal alıyordu o her gözünü diktiğinde. Geriye bakmak korkunç, çirkin ve huysuz bir hale sokuyordu onu. Çoğu zaman anlayamadığında saatinin sesine yeniden odaklanıyordu.


Tik tak tik tak TAK TAK TAK

TAK.


İleriye bakarak yaşanır. Ne yaşanır? İleri neresiydi. Kendi ilerisini düşündü. Sağını solunu düşündü ve sonra kafasının tam üstünü. "Üç boyutluyum ben!" dedi. "Ne gerim var ne ilerim. Ben bir uzayım ve her yönüm var. Her gün genişleyen milyonlarca yüzeyim. Ben bir uzayım. Bir yüzey. Bir nokta." Dedi.


Her yer bir anda aydınlanmıştı. Yoğun bir gün ışığı doldu kanepenin köşesine. Ve her ay düzenli ödediği albümlerinden bir şarkı açtı,

 

Gnossienne No.1 


Şarkı onu aldı, sirkeledi, salladı, çalkaladı. Ters çevirdi ve bitti.


(tik tak tik tak tik tak)


Dedi ki sen bir uzaysın. Ne ilerin var ne gerin.

 

Yaşa.