Büyüdükçe “küçülen hayallerimiz”

          

Bizler, daha doğar doğmaz ağlayarak geliriz dünyaya. Bu durumun bakıldığında tıbben bir tanımı vardır: Ciğerimize dolan havanın ağırlığıyla acı çekeriz. Peki, hiç düşündünüz mü? Ya daha doğar doğmaz sezdiysek yaşamın acı taraflarını, korktuysak yaşamaktan? Belki de bundandır koca bir sessizliği doldurduğumuz haykırışlarımız: Evrenle ilk anlaşmamız.

       

Cem Karaca bir şarkısında “Doğarken ağladı insan. Bu son olsun, bu son.“ der. Cem Karaca en kısa yoluyla aktarmış aslında bize gerçeği. Bu söz günlerce yankılanıyor zihnimin boş odalarında. Sonu olsun isteriz kötü şeylerin, kötü zamanların, dökülen tüm gözyaşlarımızın -tabii- sebebi mutluluk olmadıkça. Ama ne yazık ki dünyada mümkünatı olmayan bir olasılıktır sonsuz mutluluk. Ki zaten her daim mutluluğu tadan insan nereden bilebilirdi mutluluğu; mutsuzluğu tanımadıkça, tatmadıkça?

      

Bizler mutlu olmak adına maddi veya manevi birçok uğraş veririz. Bu uğraşlardan sadece biridir hayal kurmak. Hayal kurmak basittir. Hayal kurmanın ne kuralı vardır ne sınırı; ne büyüğü vardır ne de küçüğü.

      

Daha küçücükken başlarız hayal kurmaya. O küçük bedenlerimizin taşıyamayacağı kadar büyük lakin kalbimizin ve zihnimizin sınır tanımadığı, korkmadığı hayaller kurarız. Sonunda ne olursa olsun vazgeçmeyiz hayal kurmaktan. Daha henüz başarısız sıfatıyla anılmamış, engeller karşısında yıkılmamışızdır. Olur ya, başarısız zamanlarımızda da güler geçeriz bir küçük çocuğun kahkahasıyla: Dünyayı umursamaz bir edayla. Henüz büyüdükçe acımasızlaşan insanlarla karşılaşmamışızdır. Bundandır hiç bıkmadan, usanmadan hayal kurmamız.

     

Küçükken bu kadar hayal kurarken ne oluyor da büyüdükçe unutuyoruz hayal kurmayı? İşte hepsinin nedeni: Kendimizi avuttuğumuz yaşam telaşı. Büyüklerin hep bir telaşı vardır bu hayatta. Büyüdükçe acımasızlaşırız, bencilleşiriz. Çünkü büyüdükçe sınıflandırırız birbirimizi. Saçma, akıl almaz sınıflandırmalar, acımazsız yargılamalar yaparız birbirimize. İşte bundan sonra başlar kaygılarımız, başarısızlık korkumuz. Değersiz sıfatını kendimize layık görürüz. Maskelerimizi takmak zorunda kalırız kaçmak için birbirimizden. Hayal kurmayı bile çok görürüz kendimize. Ne de olsa hiçbiri gerçekleşmeyecek ne de olsa yine başarısız olacağız derken yiyip bitiririz kendimizi.

       

Büyüdükçe durmayı da unuturuz. Durup soluk almayı, etrafta olup bitene göz gezdirmeyi, sorgulamayı, düşünmeyi unuturuz. Öyle kolaya kaçarız işte. Küçükken oyunlarımızla dünyayı yaratırken, şimdi dünyanın oyununa figüran oyuncular oluruz. Kendimizi bile dinlemezken, durup düşünmezken hayal kurmamız nasıl beklenir ki zaten? Hem zamanla pas tutmuştur zihnimizin tozlu rafları.            

                 

Hayata bu saf duygularla gelmişken izin vermeyin sizi değiştirmesine dünyanın. İzin vermeyin hayallerinizin yıkılmasına. İzin vermeyin bir lafa umudunuzu kıran insanlara. Şu koşuşturma dünyasında, maratona bağladığımız nefes alışlarınızın arasında beş dakikanızı ayırın hayal kurmaya. Yaşadığınızı hissedin az da olsa. Zamanın birinde yorulduğumuzu hissedeceğiz elbet. Daha fazla koşturmak istemeyecek bu yorgun yürek. O zaman hayalleriniz kalacak elinizde, boşluğa düştüğünüz günlerde.

                      

Hayal kurmak dünyanın en basit ama en etkili eylemidir. Yorgun düştüğünüzde size umudun kapılarını açan ışıklı bir yoldur hayal kurmak. Umutsa fakirin ekmeği. Günün birinde hedefleriniz biter, ama hayalleriniz asla!