Kendimizi tanımak ne büyük külfet. Henüz tanımıyorken sancımız başka, tanımaya çalışırken bambaşka ve nihayet tanıdığımızı düşündüğümüz şu anlık evrede ise apayrı. Yine de hala çokça eksik parça ve fazlalıkla dolu olduğunu söyleyebilirim. Bazı şeyler gözüme öyle bir batıyor ki, 'bu hep böyle eğreti mi duruyordu hayatımda' diye dönüp hatırıma getirmeye çalışırken buluyorum kendimi. Bazıları da öyle yakışmış ki benliğime, neden durup da tutmamışım ki bir ucundan uçup gitmesin diye benden. Fazla soyut konuştum ama her okuduğumda başka bir pay çıkarıyorum kendime. E tabi nihayet hepsine verecek bir cevabım da yok değil; 'nasip'. Böyle olması gerekiyordu, var oluşunu sağlayacak gidişat bu şekilde kurgulanmış, sen de iradenle gidişata ayak uydurmuşsun. Bu kısımlar tasavvufi düşünceyle örtüştüğü ve beni de teskin ettiği için bir noktadan sonra sorguyu burdan çekip, kendi çabama ve aslında ne istediğime baktım. Hayat bu haliyle de zor oldu ama en azından artık esas sorunu nerede arayacağımı biliyordum.
Kendimi çok iyi çözdüğümü zannettiğim yerlerde hep fena çuvalladım, bu yüzden kendimi hep bu yerlerde en iyi tanıdım. Fıtrat olarak 'emin olmak' duygusu ihtiyaç, her şeye karşı olduğu gibi kişinin kendisine karşı da böyle. Ama kendinden ziyade yine insanın fıtratından mütevellit 'asla yapmam' putu vardır ki, kendisi içinde kırmadıkça o putu kader çizgisinden bir hadise mutlaka o putu kırıyor. Bu kırılmayla parçalar benliğine ve bütün hayatına sirayet ediyor, kesikler bırakıyor. Bazen tedavisi mümkün, bazen hasar tespiti yapmaya ekspertiz gerekmez uzaktan ve dahi görülür. Sen içinde kırsan merhamet ederek kıracak bu kadar çok hasarı almayacaktın, bir bakıma kıramadığın putun kırdığı yine sen oluyorsun. Putlar, kırmak için vardır kırılmak için değil. Hz. İbrahim'in kırdığı putlar bize yol göstersin.