Bıkmadan usanmadan gerçekleri ve doğruları arıyordum. Neyle karşılaşacağımı bilmeden yalnızca onları bulduğumda ruhumun bir amaca bağlanacağı umuduyla aramaya devam ettim. Sonrası mı? Hayatın yıllarca sakladığı acımasız gerçeği - dünyama anlam katacağını sandığım o gerçeği – sonunda bulmuştum. Ama bazen büyük bir hevesle bekleyişlerimizin, arayışlarımızın, çabalarımızın sonucu; bir hayal kırıklığı olabiliyordu. Yalnızca amaca odaklanıp hırsla aradığım ve bana süreci yaşamayı unutturan o şey, koca bir hiçlikti. Ne kara toprakla başlayıp devam edecek o süreç ne de başka evrenlerde bambaşka hayatlardı. Kısaca anlamsızlığın ta kendisiydi. Hayat dediğin işte... Bu kadardı. Ve şimdi bu satırları hayatı fazla ciddiye almanın beni getirdiği o noktadan yazıyorum. Buraların epey yabancısıyım. Kendimi yaşamaktan alıkoyduğum, ertelediğim, vicdan testimi geçse de kendimi ateşle korkuttuğum her şey; elimde tuttuğum bir kağıt parçasında yazıyor. Ve gözlerim, bu kağıt parçasının en altında yazan şu cümleye takılıp kalıyor. “Önünde duran yaşam denen bu eşsiz kitabın yazarı sensin. Ve asla unutma. Sayfalar seninle renklenmeyi , ömür dediğinse yaşanmaya değer anılarla çevrelenmeyi bekliyor.”