"Sıra yaşamı mutlu kılanın ne olduğunu açıkça görmeye geldiğinde, ışık el yordamıyla aranır."

(Seneca)


Bauman'ın bu eseri uzun bir giriş bölümü, sonrasında üç ana bölüm ve son sözden oluşmaktadır. Kendim için tanımlayacak olursam bu kitap, büyük bir eserdir. Tekrar okuyacak olduğum bir eser olmasına rağmen bu defaki okumadan aldığım notlar ve edindiğim düşünceler üzerine biraz yazmak istiyorum. İlk ve son bölümü daha çok sevdiğimi belirtmek isterim. Son bölümü de çok güzel bir Nietzsche dersi ile kapatıyor Bauman.


Bauman'ın ilk olarak öne çıkardığı durum, zenginlik artışı ile mutluluk artışı arasında hiçbir bağlantı olmadığıdır. Evet maddiyat bize sahip olunacak bir sürü nesne sağlayabilir. Bir sürü marka, etiket, logo temin edebilir. Toplum önünde "üstün" bir kimliğe bürünmemize yardımcı olabilir vs. Lakin bunlar sahici bir mutluluk olarak yer edinmiyor hayatımızda. Çünkü mutluluk kaynağının yarısından fazlası nicel olmayan durumlarda vücut buluyor ve insan ilişkilerinin gerçek boyutu özveri isteyen, emek isteyen duyguların üzerine inşa ediliyor. Bir güven ya da bir sevgi duygusu gerçek anlamda satın alınamaz. Alınıyor olması gerçek yerine geçerli olanın hüküm sürmesinden kaynaklı olabilir en fazla.


Üzerinde durulan bir diğer nokta: "Gayrı Safi Milli Hasıla" (GSMH). GSMH'nin artışı mutluluk artışının da gerçekleşeceğine yönelik bir ölçüt de yetersizdir der. GSMH ikna edildiğimiz ya da edilmeye çalışıldığımız yanıltıcı rakamlardan ibarettir sadece. Ne kadar artarsa artsın gelir yoksunu insanların hayatına gerektiği kadar etki etmeyecek olan sembolik bir rakamdır. Kapitalizmin hüküm sürdüğü bu dünyada GSMH artışı devletin denetim mekanizmasının sağlamlığına işaret etmektedir. İnsan haklarının çiğnendiği, başa geçenin gittikçe zenginleştiği fakir ile zenginin arasındaki uçurumun gittikçe açıldığı bizimki gibi ülkelerde GSMH, tutulması gereken bir istatistikten ibarettir.


Abisi gibi suikast sonucu öldürülen ve 1968 seçim kampanyasında GSMH için çok sert eleştiri getiren Robert Kennedy'nin dedikleri konuyu detaylandırmaya yetecektir:


"Bizim Gayrı Safi Milli Hasıla'mız, hesaplamalarında, hava kirliliğini, tütün reklamlarını ve otobanlarımızdan yaralıları toplamak üzere kullanılan ambulansları hesaba katar. Evlerimizi korumak için tesis ettiğimiz güvenlik sistemlerinin ve evlerimize gizlice girmeyi başaranları tıktığımız cezaevlerinin maliyetlerini kayda geçirir. Sekaya ormanlarımızın yıkımını ve bunların yerlerini genişletmenin ve kaotik kentleşmenin almasını içerir. Napalm bombalarının, nükleer silahların ve kent kargaşasını zapt etmek için polisin kullandığı silahlı araçların üretimini içerir. Çocuklara oyuncak satmak için şiddeti yücelten televizyon programlarını kayda geçirir. Öte yandan, GSMH, çocuklarımızın sağlığından, eğitimimizin kalitesinden ya da oyunlarımızın neşesinden söz etmez. Şiirimizin güzelliğini ve evliliklerimizin kudretini ölçmez. Politik tartışmalarımızın niteliğini ve temsilcilerimizin güvenilirliğini değerlendirmekle ilgilenmez. Cesaretimizi, aklımızı ve kültürümüzü dikkate almaz. Ülkemize duyduğumuz şefkat ve adanmışlık hakkında tek bir söz söylemez Kısacası GSMH, yaşama cefasını değerli kılan şeyler dışında her şeyi ölçer."


Mutluluk arayışının hiçbir zaman sona ermeyeceğine de birkaç yerde değinir Bauman ve bunun nedenine göz atıp "Belirsizlik insan yaşamının doğal habitatıdır; belirsizlikten kaçma umuduysa insan yaşamındaki arayışların motorudur. Belirsizlikten kaçmak, yalnızca zımnen varsayılsa bile, her türlü karma mutluluk hayalinin en önemli bileşenidir. 'Gerçek, muntazam ve eksiksiz' mutluluğun, her zaman belli bir uzaklıktaymış gibi görünmesinin nedeni de işte budur. Malum ufuk gibi, ne zaman yakınlaşmaya çalışsanız uzaklaşır." birinci bölüme giriş yapalım.


Bauman kapitalist düzendeki tüketim anlayışında, bize telakki edilenin "para harcadıkça mutluluğun arttığı" durumu olduğunu ifade etmektedir. Televizyon, dergiler ve diğer medya kaynakları tüketim anlayışını inşa etmekle görevlendirilir. Reklamlar, dergi ekleri, gazetelerdeki "yaşam stilleri"nden kesitler hep daha iyi nasıl harcama yapacağımızı anlatır bizlere. Ne kadar para harcarsak o kadar mutlu olacağımız savını destekler dururlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta tükettikçe mutlu olup olmadığımızı sorguluyor muyuz? Çünkü tüketim ihtiyacı hiçbir zaman tatmin edilmeyecek bir ihtiyaçtır. Elimizdekilerle yetinip oluşturulan tüketim algısının dışında kalabiliyor muyuz? Ve de kim için tüketiyoruz... Tatmin olduğumuz için mi, başkalarından bir adım önde olabilmek için mi? Bauman'ın değindiği gibi tüketim oyununda amaç varmak mıdır yoksa sürekli olarak koşmak mı?


Marcus Aurelius MS (121-180) yüzlerce yıl önce "Mutlu bir yaşamın sırrı tutkularınızı dizginlemek, aklınızı ise dörtnala koşturmaktır." demiştir. Pascal ise (17. yy) mutsuzluğun "sakince oturmak yerine, hastalıklı bir koşuşturma hevesi içinde bulunmaktan" kaynaklandığını söyler. Sosyolog Claude Kaufman: "Herkes umutsuzca başkalarının gözlerinde onay, hayranlık ya da sevgi arıyor gayretle. Unutmayalım ki başkalarının onay ve hayranlığı ile sağlanan öz saygının temellerinin zayıf olduğunu da bilmeyen yoktur." Farkında olup başkalarının onayına bağlı bir mutluluk anlayışı geliştirmek bizi daha da kırılgan bir hale getirmektedir. Bireyci bir çağda yaşıyoruz. Başkalarının onayı, çıkarları sona erene kadar sürüyor. Haliyle devamlı yeni bir onay döngüsü aramaya koyuluyoruz. Sürekli bir telaş, koşuşturma içerisinde buluyoruz kendimizi. Yerimizde durup kendi içimize neden bakamıyoruz? Neden kendimizi değerlendirme yoluna gidip onaylanma durumunu bir köşeye bırakamıyoruz? Çünkü Lasch'in "psikolojik insan" tanımlamasının içinde yer alan "yeni narsistler"iz. Dünyanın halini yalnızca kişisel sorunlar prizmasından algılayan, değer biçen narsistleriz. Başkasının ilgisini, dikkatini üzerimize çekmeye çalışan, başkalarına gerçekleri söylemek yerine aldatmayı tercih eden narsistleriz.


Kitabın adı "Yaşam Sanatı", bunu her insanın bir sanatçı oluşuna bağlıyor Bauman. Farklı farklı düzeylerde de olsak her birimizin yaşamı bir sanattır. Her ne kadar öyle olmadığını düşünsek de, sanatın, sanatçının farkında olmadan yaşasak da hayatımız, nefes aldığımız sürece işlemeye devam edeceğimiz bir sanat eseridir. Binlerce yıldır benzeri sorular ve sorunlarla inşa edilen bir sanat eseridir insan yaşamı. İki bin yıl önce, sıra insanın mutluluğu açıkça görmesine geldiğinde ışığının kısılması ve el yordamı ile aramak zorunda kalışını ifade eden Seneca'nın bulunduğu noktadayız. Hâlâ el yordamı ile ama bence çok daha fazla bir yükle mutluluğu aramaya koyuluyoruz. Sonuçta bizim sırtımızda yüzlerce yıldır işlenen insanın yaşam sanatı var...


Çok sayıda düşünürün "mutluluk" üzerine söylemleri yer alıyor kitapta. Ben insani ilişkiler ve sevgi boyutu üzerinde durarak bitirmek istiyorum. Tüketim çağındayız. Her şeyin nesneleştiği, çıkarların insan kalbinden üstün tutulduğu bir tüketim çağı. İyi insanların, bir eylemi karşılıksız şekilde sadece yapılması gerektiği için yapan insanların da tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Herkes tarafından kandırılma endişesi taşıdığımız lakin bunu bilerek başkalarını kandırmak için uğraş verdiğimiz bir çağdayız. Jean-Claude Michéa bir soru yöneltiyor: "İnsanlar güvenilmezse ve kimsenin kendinden başka dostu yoksa herkesin herkese karşı olduğu bu savaştan nasıl kaçacağız?" İoanna Kuçuradi, "İnsan dostu yoksa yalnızdır" der. Hafta sonu yalnız kaldığı için ya da bir "girlfriend"i, "boyfriend"i olmadığı için değil. İnsan ilişkilerini sağlamlaştırmak için çok emek vermek gerekiyor. Tükenmeyecek bir dostluk ilişkisi kurabilmek için karşımızdaki insana çıkarsız yaklaşabilmemiz gerekmektedir. Çıkarın başladığı yerde insan ilişkileri zedeleniyor. Evet çıkarcı olduğumuzu ya da karşıdakinin öyle olduğunu bile bile ilişki kurmaya devam ettiğimiz oluyor. Lakin bu sağlam bir insani ilişki olmaya yaklaşamayacaktır. İnsan ilişkilerinin kırılganlığının nedenleri üzerine kafa yormak gerekiyor belki de. Çünkü yaşadığı sürece insan (az ya da çok) başkalarına değmeye devam edecektir.