Annesinden önce öldü. Ellerinde yaşanamamış bir hayatın pütürlü izleri… Gözleri açık öldü. Bakışlarında, hayata tutunamayıp ruhunu kurban etmişliği…

Kasvetli bir gecenin göğsünü yırtar gibi aydınlandığı berbat bir şubat gününde, tabiri caizse, berbat bir evde doğdu. Gürültüsüz geçen günlerde evde kimse yok, demektir. Evde kimse yoksa huzursuzluk sokaktadır. Sokak ortasında anne azarlanır, Mustafa bazen korkudan altını ıslatır. Altını ıslattı, diye yediği dayakların acısı cesedinin sırtındadır. Evde yemekler hep sıcaktır, azıcık soğusa annesi de yumruklardan nasibini alır. Televizyonun sesi hep son kademesine kadar açıktır. Kapanırsa babanın kulakları duymaz, kumandalar yerde kırılır. Bu evde, can acısı yoktur. Vurulan her yer yarım saat sonra iyileşmek zorundadır. Kalabalığın adresidir bu ev, annenin yükü de hep karnındadır. Hemen büyür doğan, kardeşine bakmak zorundadır. Büyür, büyür, büyüyemez… Yıllar geçtikçe takvimlerden kalan ise bunca acı hatıradır…

İşte böyle bir evde doğdu Mustafa, böyle bir evde yetişti. Evin en küçük çocuğuydu. O bile bir gün olsun çocuk olduğunu göremedi. Annesi çok istedi okusun, okusun da büyük adam olsun. Olamadı Mustafa. Babasından miras kanında, bir damla sıvıyla son verdi hayatına. Annesi yaşıyordu daha. Babası da. Babasının yaşıyor olması Mustafa’yı ilgilendirmez. Bir de not bırakmış: “O adam cenazeme gelemez.” Annesi mi? Annesi de gidemedi cenazeye. Yüreği dayanmaz oğlunu iki metre toprakta upuzun yatarken görmeye.

Cenaze mi? Cenaze pek kalabalık değildi. Şehir dışındaki abileri bile teşrif edemedi. Bir ablası çok ağladı. Ağlarken çocukluğundaydı aklı. “Seni ne kadar sevdiğimi, sana hep kendi hakkım ekmekleri verdiğimde anladın mı bari Mustafa? Şimdi, şimdi zamanımız yok sevgiyi haykırmaya.” Ablası düşündü, düşündü. Canına kıyan gerçekten kardeşi miydi? "Tabutu açın," dedi. "inanmıyorum ki şimdi nefes almadığına!"

Bir köşede, herkesten çok ağlayan küçük bir çocuk. Gözleri boncuk boncuk. Elleri pütürlenmeye başlamış, pantolonunun paçaları hep çamur. Bir gün, berbat günlerin birinde, bu çocuğu pastanenin önünde otururken buldu Mustafa. Ağlıyor muydu, yoksa ağlamıyor muydu önce anlayamadı. Ağladığını fark edince kendini tutamayıp sarıldı. Sarılınca geldi burnuna kendi çocukluğunun kokusu. Çocuğun saçları terli, elleri kapkara. Mustafa da ağladı. Ağlamak ilk kez bu kadar sarsıcıydı. O günden sonra her gün gördü çocuğu, her gün bir kere ekmeğinden verdi. Çocuk şimdi neden ağlıyor biliyor musunuz? Mustafa’nın bıraktığı notta yazıyor, onu ne kadar sevdiği.

Hiç sevildi mi? Bilmeden öldü Mustafa. Bir gün aşık olmuştu güzeller güzeli bir kıza. Açılamadı, uzaktan yaşadı bu aşkı yıllarca. Yazdığı şiirlerin hepsi şimdi birer hatıra. Bastıracak ama abisi şiirleri, parasının iyi olduğunu söyledi kahvede birisi. Annesinden önce öldü Mustafa, tabii eğer yaşamak buysa.