Bir adam, yattığı yerden tavana bakarak ve yattığı yerden hiç kıpırdamadan bambaşka bir hayat yaşayacağını hayal ediyordu. İçindeki savaşlarda, dışındaki savaşlarda kazandığı, kaybettiği ne varsa yazdığını hayal ediyordu. Zaman bir yığın gibi birikiyordu ardında. O gün gelecek diyordu içinden… ben yazacağım ve okuyan herkes tüm sancılarımı hissedip beni anlayacak.


Çok zamandır içime konuşmaktan başka bir şey yaptığım yok. Kendimi kendimle tartışıyorum. İçimde inandığım her şeyin dik bir yokuş olduğunu kendime bile anlatamıyorum yorgunluktan. Ait olduğuma inandığım her şeyi uzaktan izliyorum. Şu beyaz tavana bakıyorum yattığım yerden. Çünkü sadece durmaya ve beklemeye ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Hiç kimseye dokunmadan, kimseyle konuşmadan, kimseyi yanımda, içimde hissetmeden, zamandan ve yüreğimden eskiyerek, sıyrılmak istiyorum ruhumdan.


Ömrümden geçip giden zamanın içinde, dünlerin, geçmişin, hem de bir türlü geçmeyen geçmişin içine hapsolmuş haldeyim. Bu bir yandan iyi bir şey çünkü dünyanın geldiği zamanı sevmiyorum. Dünyanın şu zamanda geldiği yerden nefret ediyorum. Bu dünyayı yaşanmaz kılan insanların varlığını hazmedemediğim için olanca geçmişimin içine saklanıyorum. Ben bu çağı reddettikçe yanlış zamanda yanlış yerde buluyorum kendimi. Yer yanlışta hep ben azalıyor, hep ben tükeniyorum. Üstelik ben bir de buna “yaşamak” diyorum. 


O yüzden şu bembeyaz tavana, günde iki paket sigara içmeme rağmen bembeyaz durabilen tavana, kalbim kırık bakmama rağmen, insanların içime doldurduğu karanlığı kusmama rağmen bembeyaz duran şu tavana anlatıyorum olup biteni… aklımı korumak için. Unutmayı unutan aklımı korumama yardım et diye yalvarıyorum gözlerimle tavana.


Kendime yardım edemiyorum. Biriken kaybolmuşluklar, yitirmişlikler, beni yanıltmaktan vazgeçmeyen zannetmelerim izin vermiyor kendime yardım etmeme. Hatırımdaki kokular, yüreğimdeki izler, yürüyüp yürüyüp bir yere varamadığım yollar, el ele yürümeyi özlediğim sokaklar ve bunun sokaklarla değil bir çift eli özlememle ilgili olduğunu inkar edişim…


Olduğum yerin, varmayı istediğim yerden galaksiler boyu uzak olmasına şaşkınım. Ve ben buna yaşamak diyorum yattığım yerden. 


Her şeyi yıkıp atmayı hayal ediyorum böyle gecelerde. Ve bu gece de işte böyle bir gece. Her şeyi toza çevirecek gücüm olsa dahi bir tek şu baktığım tavanı yıkmaz, bir de sabahları yeni güne kavuştuğumu yüzüme vuran pencereye dokunmazdım. Gücüm olsa da elim gitmez. Zaten benim elim geçip giden en güzel günlerimde tutunduğum bir çift narin ellerde kaldı. İçlerini öpmeye doyamadığım…


Bir bahar mevsimi daha geliyor. Öylece duruyorum geçsin diye yitirmenin sancısı. Bir kış daha geçiyor, saksılarda çiçekler büyüdü, camda izleri sürekli büyüyen çamurlu yağmur damlaları çoğaldı ama bu sancı bir dirhem azalmadı saplandığı yerden. Olduğu gibi duruyor işte yerli yerinde. Hayret edilesi… Hayatın her cümlesi yaşamayı feda etmekle okunurken nefes alıp veriyor olmamı yaşamak diye okuyorum ben hâlâ şaşkınlıkla… Oysa ziyan olmak ne olabilir ki başka?


Kendimi yüreğimden ayıklıyamadığım gecelerden biri bu gece. Hiçin sonsuzluğunda el sıkışıp anlaşıyorum kendimle. Biraz daha sabır gerekiyor her şeyin hızla tüketildiği bu çağda payıma sabrım düşmüşken. Sesini kısıyorum öfkemin. Yalandan kalplerin attığı dünyada cehennem bana düştü. Kimden ödünç aldığımı biliyorum bu ateşi. Bu yüzden tutuştuğum bu yangın sonuna kadar benim. Kaç kez küle döndüğümü saymadım ben ama biliyorum… kül olmak yangınların üstesinden gelmek değildi. 


Ben bu hayata tahammül ediyorum. Çünkü üstesinden gelemediğim her şeye tahammül etmeyi yaşamak zannediyorum. Sırf bu yüzden kimseye belli etmeden atıyor kalbim. Bunca zamandır kimse fark etmedi zaten kalbimin atışını. Bütün yakınlar uzak oldu ama inandığım hiçbir şeye varamadım olduğum yerde. Kırıla büküle geldiğim bu yerde… Ve bu içine tükürülesi sahtelikler çağına ait olmamanın başka bir dili yok. Susmayı yaşamak belledim işte ben de böylece…


Şu tavanın altında yokluğumun farkındayım. Bu dünyada en kolay vazgeçilen insan olmanın kazandırdığı bir farkındalık bu. Tavanla bir derdim yok yokluğumla olduğu kadar. Kendimi bir şekilde söküp almalıyım buradan... bu yok sayılmışlıklardan. Oluruna bırakmakla, umursamazlık arasında kendini yiyip, bitirmekle geçen zamana yaşamak derim belki ondan sonra. Çünkü daha ne kadar susabilirim çığlığımı bilmiyorum. Nasıl daha da yok olabileceğimi bilsem her şey çözülür. Var olmanın bir sonu var da yok olmanın niye yok? Bu uçsuz bucaksızlıkta harcana harcana tükenip yok olmaya ben neden yaşamak diyorum? 


Zamansız bir hiçliğin içinde şaşkınım. Şaşırıyorum öyleyse var mıyım lan yoksa ben? Neden ben yaşanmışlıkların özlemiyle cehennem ateşlerinde çırpınırken hiç yaşanmamış gibi olanım? Bir yüreği severek var bildim… ki yüreğim hissedilsin. Bu yok olmuşluğumla şu tavana baka baka daha ne kadar yaşadığıma inanacağım?


CeMu