Herkesin yaşamaya dair hissettikleri özgündür. Benim kırmızı rengi nasıl gördüğümü asla bilemeyeceğiniz gibi yaşamayı nasıl hissettiğimi de tam olarak anlayamazsınız. İşte bundandır tüm çabam.
Genelgeçer yargıları göz önüne alırsak bir insanın yaşamdan bekleyeceği şeyler az çok bellidir. Mesela ekonomik rahatlık veya sevgi dolu bir ortam. Peki bunlar gerçekten sizin beklemeniz gereken şeyler midir? Her gün gülen yüzler, her günün size ait olması cidden sizi yaşatır mı? Bu konuda biraz farklı düşünüyor olabiliriz. Aynı geçen günler her zaman tek sayılır benim nezdimde. Bunu aynı olaylar bazında düşünmeyelim. Hep aynı duygularla geçen günler birbirinden farklı mıdır? İnsanı insan yapan şey duyguları değil midir? Sen hep aynı duyguyu yaşarsan nasıl bir ilerlemeden söz edebilirsin ki? Hepimizin uzak durmayı istediği kaos, asıl senin yaşadığını hissettiren şey değil midir? Üzülmeden yaşadım diyemeyiz. Ve Kaos bize -ya da sadece ben ve benim gibilere- yaşadığını hissettiren asıl unsurdur. Üzüntü, öfke, çaresizliğin mükemmel uyumu ve anı sana en çok hissettiren duygu olarak nefret. Bunlarsız bir hayat nasıl yaşanmış sayılabilir?
Bir süredir o kadar düzgün bir hayatım var ki yaşadığımı hissetmiyorum. Beni ayıplayabilirsiniz ama kan istiyorum hayatımda. Bir günümün diğerinden farkı olsun istiyorum. Geceleri uyuyamadığım zamanları özlüyorum. Her kendimle kaldığımda içimde hâlâ yaraları olan geçmişimi özlemle anıyorum. Hayatımda hâlâ o nefret ettiğim insanları arıyorum. Çünkü ben en son o zaman yaşadım.