Hep bir şeyleri bilmek uğruna tüketmiyor muyuz ömrümüzü? Kimi zaman, daha güzel deneyimleri bilmek uğruna, kimi zaman daha üstün ilimleri bilmek uğruna, kimi en sevdiklerimizi bilmek uğruna, kimi aşkı bilmek, kimi kendini bilmek, kimi de bütün kâinatı yaratanı ve yarattıklarını bilmek uğruna...


 Hz. Ali (ra) buyuruyor; "İlim bir nokta idi cahiller onu çoğaltı. Başka bir sözünde ise; Tevrat, İncil ve Zebur’da ne varsa Kur’an’da var. Kur’an’da olan, ilk sure, Fâtiha’da. Fâtiha’da olan, ilk âyet Besmele’de. Besmele’de olan ilk harfi ‘Ba‘da, ‘Ba‘da olan altındaki noktada var. İşte ‘Ba‘nın altındaki nokta benim." Buyuruyor.

  

İnsan koca bir evren, evren açılmış bir insan olmaz mı, bu durumda?


Eğer bilmek ise amacımız, 'kendini bilen Rabbini bilir' boşuna denmemiştir. Kâh, noktada bulur kendini kişi, kâh, maddenin en küçük yapı taşı olan, atomu idrak ederek Rabbini. Ki atom tanesinden zerreciğe herşey onun kontrolünde iken bizim bilmezlik ve bilinmezlik halimiz yine Ondan ötürüdür.


Şu Dünya'da bir çeşit oyun içerisinde değil miyiz aslında, şahit olmuyor muyuz yaşadıklarımıza? Bilmiyor muyuz kendimizi? Bilmiyor muyuz yaratılışımızı? Acaba her şeyi biliyor da, bilmiyor muyuz haddimizi? Kimliğimizi?


Her şey bir anlık değil mi, aslında? Geçmişimiz nasıl olursa olsun, an içinde, her şeyden ve tüm zamanlardan geçerek, Onunla birlik ve bütünlüğü yakalayıp, noktayı var edebiliriz.

  

Fiziksel boyuttan bakacak olursak, nokta; boyutsuz, hiç bir niteliği olmayan bir iz. Noktanın birleşmesiyle çizgi, ve onlardan boyutlar oluşuyor. Hepsinin ana yapısı nokta. Yani noktanın içinde tüm boyutlar saklı. Nokta sonsuz uzaklıkta, sonsuz büyüklükte. Varlığını algılamak mümkün değil. Yokluğunu kanıtlamak da öyle.


Kişinin, Hak'tan gayri bir hiç olduğunu idrak etmesi, yaşamaktan da öte, bütünüyle teslimiyeti getirir, ki işte onlar için Allah; yürüyen ayağı, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olduğunu ifade etmektedir. Bu durumda, kişi, tam olarak var oluş amacını gerçekleştirmiş olur.