Bavulumu sıkıca kavradım, tanıdığım tanımadığım kim varsa hepsinden ayrılma vakti gelmişti. Herkesten ‘bizi unutma’ naraları işitiyordum. Gardiyan kapıda bekliyordu. Bu arada Hasret’i gördüm. Çıkacağım için yaşadığım mutluluk içimde bir balon gibi söndü. Elinde saksı, dolu dolu gözleriyle bana bakıyordu.
“Çocuk gibi ağlıyorsun,” dedim. Hiçbir şey diyemedi. Kafasını iki yana sallamakla yetindi. Bavulumu yere bıraktım, o da saksıyı masaya koydu. Sarıldık. Sessizce ağlıyordu, içimdeki balon şimdi hüzünle şişiyordu. “Çıkınca unutursun bizi. Ömür boyu affetmem.” dedi. Sesi pürüzlü çıkıyordu. “16 yılımı nasıl unuturum ki?” dedim. Masaya bıraktığı saksıyı aldı ve bana uzattı. “Buna iyi bak, onun da gitmeye hakkı var.” dedi, sardunyaya bakarken. Gardiyanın beklediğini hatırlayınca sardunyayı aldım. Bavulumu da alıp adım adım uzaklaştım koğuştan. Arkama bakacak cesareti bulamadım kendimde. Gençliğimi yitirdiğim bu koğuştan uzaklaşmak zordu. Gardiyan önümde yürürken 16 yıl öncesine gittim. Ağlayarak suçumu inkâr etmem, mahkumların alaylı cümleleri… Onlar da gençliğimle beraber anılara karıştı.
Kapıdan çıkmadan dönüp bir kez daha baktım. Cezaevinde yaşadıklarım bir kitap oldu, sayfalar hızlıca çevrildi. İyi kötü ne varsa arkamda bırakmadım. Hepsini yanıma aldım. Kaburgalarımın arasındaki o kutuya koydum.
Kapı açıldı.