Tanrım, toprak uçuşuyor gözümün önünde. Kaskatı kesiliyor ellerim bu çağda. Parmaklarım klavyeleşiyor. Eskilerden kalma bir güvercin ayağı bekliyorum, mürekkebine elin teri bulaşmış iki kelimeye hasret. Kapıya koşuyorum, hayır hayır kurye değil umut adına bir at bekliyorum. O atlar da kuryelere bir şeyler getirse ve alıp götürseler beni de. Gözlerin içine bakmadan, dokunmadan, sarılmadan, koku duymadan yaşadığını hissetmiyor insan şu yeryüzünde. Deli gibi korkunun içinde dik duruyor, süt sağar gibi kelimeler toplamaya çalışıyorum kitaplardan geleceğe.
-
Söyleyin şimdi b, be, ben, benden ne kalacak geriye? Bugün yok yarın belki de saatler sonra öleceğim. Şu an bunu neden düşünüyorum?Saniyeler sonra ne olacağını kim bilebilir? Her şey yeryüzünde yarım kalmaya meyillidir. Tamamlanamaz hiçbir şey. Belirsizlik kara delik gibi çeker insanı içine. Şu zor günlerden geçerken kolunu, bacağını bırakır insan ama öyle yaşamaya alışır, alışmak zorundadır. Eksile eksile devam eder yola. Kalbiyse şimdilik yanında gider onunla. İnsanları saklayamaz ama anıları koyup sarar pamuklara. Onlara tutunur her fırtınada.
-
Soruyorum ya ne kalacak benden geriye? Sokaklarda boş mama kutuları mı, saksıda solan çiçekler mi, altı çizilmiş yüzlerce kitap mı ya da kelimelerle karalanmış ama asla bitirilmemiş defterler mi, yoksa yoksa köşede ağlayan birkaç insan mı?
-
Sonra ayna alıyorum elime ve şunu diyorum kendime:
"Yarın yoksa yok değiştiremeyeceksin zaten
Bari yaşanmış bir güzel gün daha bırak yeryüzüne,
Senin geçtiğin anlaşılsın bu yoldan,
Kaçma kıyıya köşeye,
Yaşamak bulaşsın eline yüzüne."
-
Varlığı siyahtır insanın yokluğu renkli
Ne yazık olmuyor aksi
Yaşarken anlaşılmayan seslerin yerini alır
Yoklukta geriye kalan eşyaların rengi.