Kütlesinin dünyanın yanında zerre kadar değeri olmayan bir insan nasıl değiştirebilir koca dünyayı diye kafa yormasıyla başlamıştı her şey. Dünyayı değiştiremez belki ama o küçücük insan kendisi gibi küçük birisinin dünyasını değiştirebilir ihtimaline varmıştı kendi kendine.

Hemen hemen çoğu insana uğrayabilecek bir değişim ihtimali…

Bardağı tutuşuna, suyu içişine, gözünü ilk açtığı an hangi duygulara sahip olduğuna, her sabah işine, okuluna giderken yürüdüğü asfalt yolun kenarında ömrü boyunca var olan ama yeni fark edeceği çiçeği görmesine bile sebep olacağını düşünür. Hatta aynı kişiyi görüp bambaşka birisiyle tanışıyormuşuz gibi hissettirecek kadar değiştirir hayatını. Bir duygu güne nasıl başlandığını bile değiştirecek güçte olur mu hiç? Daha bir umutlu yapar mı insanı hayata karşı? Daha huzurlu?

Gergin de olur aşık insan, bazen aklını kurcalar alışmış olduğum bu mutluluğu kaybedersem seçeneği. Korku kaplar içini. Bu duygunun ne demek olduğunu unutursa, nasıl devam edeceğini düşünür hayatına. Günbegün yok olacağını hisseder, dahası emindir bundan. Sonra bu düşünceleri aniden kaybolur çünkü varlığı belirmiştir yanında. Zehir hiç yanında panzehir bulunurken söz hakkı alabilir mi? Unutur gider bu korku bataklığını, çırpınıp durmak istemez. Bir kere bataklığı fark eden hep taşır içinde onu. Ne kadar derine gömse de batma korkusu gitmez hiç bilinçten. Oturur hayatının o diye betimlediği insanının yanına, onun O'sunun yanına. Herkes elbet tanımlar birini o diye. Dinler uzun uzun ne anlattığından bağımsız. Mutluluğu dolu dolu eder kalbini, hüznü paramparça. Ne yapıp edip bu hazan ondan kalkmalı der. Alır içinde tek kurşun bulunan tabancasını, sıkar kaçacak olan derdin kafasına. Elini kana bulamış olan gözü kör sevgili yine de fark etmez kanı, zira dert kaçmıştır ve artık o mutludur. Bu sonuçlar onun için olayı örtmeye yeter. Onun ömrünün bir baharı için kendi ömrünü sarsılmaz bir kışa soktuğunu da anlamaz tabii. Gün gelir her şeyi, kelimenin eksiksiz anlamıyla, hayatını dahil adadığı osu kaybolur. Kayıp nedir burada diye tartışılır. Ama kör yürekli genç inanmaz bu kayboluşa, ihtimal verir mi hiç? Yalan olması mümkün değildir. Sevginin yalanı olur mu hiç diyerek gülüp durur. Fakat bu sırada geçmekte olan günler onu pencere kenarlarında, kapı zilinin hemen yanında, telefonunun baş ucunda bulunmasına sebebiyet verir. Her yeni günde o varken olduğu gibi taklit eder zamanı. Masadan eksiltmez bardağını hatta çayını bile koymuştur ilk günlerde. Bazen kapı sesini duyduğunu zanneder. Telaşlanıp koşar adım açar kapıyı ama daha koşarken delilik sarar yüreğini. Açılan kapının yalın boşluğu sevgisinin büyüklüğü karşısında donar kalır. Fark eder sevgi bu çaresizliği. O zamana kadar hiç eksilmeyen, her gün üzerine bir kat daha eklenen sevgi, incinir ve sarmalanmış gözleri açılmaya başlanır. Ruhunun kaldıramadığı bu yüke bedeninin hata vermesi kaçınılmazdır zaten. Bu sonucun içinde filizlendiği gün bedeninin de hastalandığı günlere denktir.

Kapıyı kapatır yavaşça, yatağının yolunu tutar. Yükünden bile kaçabileceği yeri, yatağı olarak belirlemiştir. Usulca kıvrılır, küçülebildiği kadar küçülür. Örtüsünü görünmeyecek kadar kapatır üzerine. Ne kadar küçülürse o kadar az canının acıyacağını hatta belki de en başta, ta hayatının en başında olduğu insana dönebileceğine inanır. Yok olup bu hisleri hiç tatmadığı bene geçmek ister. Ne kadar büyük bir yanılgıdır bu oysa. Asla yolun başında ki insan olamayacağını biliriz biz. Yarına ve diğer günlere nasıl dayanacağını kara kara düşünür. Tuhaf olan bu yaşadıklarına inanmayan ufak bir tarafı da vardır. Yarınlarını düşünürken geri plandan gelen hafif rahatlık bu hisle ilişkilendirilebilir. Nefeslerini nasıl tüketmeden harcayacaktır artık kendine bile yetmeyen nefeslerini. Toy yüreği bu sonbahara ayak uydurmaya çalışır. Günler aylara, aylar mevsimlere devrilir, mevsimler koca bir ömür olur ihtiyatlı kalbin gençliğinin önüne dizilir. Onca zamanın örtüsü tozlu bir çarşaf gibi hatıraların üzerindedir. Ara sıra vuran rüzgar çarşafı hareketlendirir. Sızı yayılır gencin damarlarına dek. O hatıraları, ömrü tükenmeye yaklaşsa dahi çivi gibi çakılı taşıyacaktır, bilir bunu. Acısından geriye pek bir şey kalmaz belki ama hatırları, tecrübeleri kalır. Eskisi gibi nefesi daralmaz tabii, boğazı düğüm düğüm olup göğsünü de şişiremez. Gözlerinin bağı da çözülmüştür artık. Dünyayı neyse o gibi görür. Ya da ne hissederse o gibi. Güneşi görür aynasında, çiçekleri fark eder yalnız başına. Tekrar sarar içini dışını mutluluk, hem de bir başına. İnsanın mutlak doğasını acısından sıyrılınca fark eder. Eskisi gibi korkmaz bu noktada insan. Ayna onun aynası değil mi? Nasıl yansıtırsa dünyayı öyle göreceğini anlar. Hep kalbinin meydanında taşıdığı aynasında. Böylece ne zaman bir fırtınaya denk gelse aynasının kırılmasını engellemiş olur. E bir kere dalga dolu denizleri gören insan bir daha ki görüşünde koyverdiği gibi gitmez nasılsa. Hasar onarımı uzun sürse de eski pürüzsüzlüğünden daha göz alıcıdır şimdi. Ve gözlerine sahip olduğu hiç unutmayacak kadar huzur dolu kalbi.