“There are many things we only see clearly in retrospect.”

Haruki Murakami

(Yalnızca geriye doğru bakarak net bir şekilde görebildiğimiz pek çok şey var.)


***


“Love is like the wind, you can't see it but you can feel it.”

Nicholas Sparks

(Aşk rüzgar gibidir, onu göremezsiniz ama hissedebilirsiniz.)



İtiraf

1 Temmuz 2017


Mezuniyet balosundan birlikte ayrılan Duru ve Emir, bir süre Ankara sokaklarında yürüdükten sonra kızın Tunalı’daki evine geçmişlerdi. Emir üzerindeki gömleğin kolunu düzeltirken biraz yorgun görünüyordu, Duru ise ne yapacağını tam olarak bilemiyor gibi odayı temizliyordu.

“Hayatımızın yeni bir dönemi başlıyor bizim için, heyecanlı mısın?” dedi genç adam oturduğu koltuktan genç kıza bakarak.

“Baloda yakınlaştığın ve kendini evine davet ettirdiğin bir kızın odasında oturmanın yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu sanmıyorum.” diye cevapladı kız yatağına oturarak.

“Yanlış anladın. Üniversite hayatımızın tam anlamıyla son günüydü bugün. Bundan sonra yetişkin insanlar olarak hayatımız tamamen bizim elimizde. Bence bu yeni bir dönem olarak görülebilecek kadar özel bir gün.”

Pikaptan Brigitte Bardot’nun sesi geliyordu. Kız doğruldu ve ayağa kalkıp banyoya doğru yürümeye başladı.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Emir.

“Dişlerimi fırçalamak istiyorum.” dedi kısaca Duru.

Genç adam dikkatle odayı incelemeye koyuldu. Her bir detayı hafızasına kaydetmek istercesine uzun uzun inceliyordu. Jürilerden hatırladığı mimarlık projeleri, eski moda bir kitaplıktaki kitaplar, türünü bilmediği bir saksı bitkisi, duvara yapışık duran aile, arkadaş fotoğrafları, plaklar, yatağın yanındaki kestane rengi komodinin üzerinde duran, fişe takılı olmayan kırmızı renkli bir ahizeli telefon ve bir kitap.

“Şiir sevdiğini bilmiyordum.”

Kız banyodan kafasını çıkardı. Dişlerini fırçalamaya devam ederek “Şiir sevdiğimi nereden çıkardın?” dedi. Genç adam komodinden kitabı alıp havaya kaldırarak “Didem Madak?” dedi.

“Gözünden hiçbir şey kaçmıyor bakıyorum.”

“Birbirimizi daha iyi tanımamız gerektiğini düşünüyorum Duru. Düşünsene dört senedir aynı okuldayız ve şiir sevdiğini bile yeni öğreniyorum.”

“Gizem iyidir canım. Benim hakkımda her şeyi bilmek istediğine emin misin gerçekten? Sen bana kendin hakkındaki her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatır mıydın?”

“Neden olmasın?”

Kız dişlerini fırçalamayı bitirip ağzını temizledi ve gülümseyerek tekrar odaya girdi.

“Neden gülüyorsun? Duru? Bir şey mi oldu?”

“Yok bir şey. Bugüne kadar odamda benden başka biri kalmamıştı. O biraz garip geldi sadece.”

“Bu ayrıcalığa sahip olmak benim için ne kadar değerli bilemezsin.”

“Kalacak bir yerin olmadığını bildiğim için davet ettim seni.” dedi kız. Bir yandan da gülümsüyordu.

“Bu akşam benim için ne kadar gerçek dışı bir akşamdı biliyor musun?”

“Hayır, ne kadar?”

“Şöyle söyleyeyim: bu akşamla Stanley Kubrick’in beni ahbabı olarak gördüğü, hayat ve sanat üzerine konuştuğumuz bir akşam arasında seçim yapmam gerekse bu akşamı tercih ederdim.”

Kız şaşırmış görünüyordu. “Bundan o kadar da emin olamıyorum.” dedi.

“Neden?”

“Belki çok yakın olamadık bu dört senede ama Kubrick’i nasıl gördüğünü bilecek kadar tanıyorum seni. Şu an bunu söylemek kolay geliyor ama gerçekten böyle bir ihtimal olsaydı Kubrick’i seçeceğine eminim. Hem bu akşamı özel kılan ne vardı ki? Sıradan bir mezuniyet balosu değil miydi sence de? Tamam güzel anılar biriktirdik, ama biraz abarttığını düşünüyorum.”

“Duru, bugün seninle hiç olmadığım kadar yakındım: masada yan yana oturuyorduk, bütün akşam sohbet ettik, el ele dans etmeye gittik, neredeyse beraber havuza giriyorduk. İnan bana hayatımın en güzel saatleriydi bu akşam.”

Kız memnun olmuşa benziyordu. “Benim için de öyleydi.” dedi utangaç bir tavırla. “Ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum Emir. Aramızda bir bağ var evet-”

“Sıradan bir bağ değil bu Duru, sen de farkındasındır umarım bu bağın gücünün. Ben hayatım boyunca böyle hissetmedim. Sadece bugüne özel de değil bu hislerim.”

“Nasıl yani?”

“Cermodern’deki akşamı hatırlıyor musun?”

“2014 yazı mı? Hatırlıyorum. Film gösterimini mi diyorsun?”

“Evet. Önümde oturduğunu fark etmiştim filmden önce ve beş on dakika sohbet etmiştik. Zaten biraz hoşlanmama rağmen o gün özellikle çok etkilenmiştim ben senden ama bunu söyleme fırsatım olmamıştı hiç.

“Nasıl yani?” dedi kız. Aslında Emir’in ne demek istediğini tam anlamıyla biliyordu. O günkü konuşmaları sırasında ondan ne kadar hoşlandığını hatırlıyordu. Sorun şuydu ki, o günden sonra Emir onunla konuşmak için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Şimdiyse hala hatırladığı o akşamın etkisiyle çok hoşlandığı genç adamın kendi odasında onunla birlikte olmasının verdiği heyecanla kendi çekingenliği arasında kalmıştı. Emir cevap vermeye başlayamadan “Belki de arkadaş olarak kalmalıyız.” dedi. “Bugünden sonra yollarımızın ayrılacağını biliyoruz.”

Emir kızın ne demek istediğini anlıyordu. Ona ne kadar değer verdiğini söyleyememişti hala, ama bazı şeylerin sözcüklere dökülünce büyüsünün kaybolabileceğini bilecek kadar da tecrübe edinmişti hayatta. Onunla geçirdiği kısa akşamlarla yetinmek durumunda kalabilir miydi? Bugünden sonra kızın hayatında ne gibi değişiklikler yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Ona benimle kal demek de bencillik olurdu. “Geleceğinle ilgili ne düşünüyorsun peki?” dedi sıradan bir şey sorarcasına.

“Yüksek lisansa başvuracağım galiba. Türkiye’de kalmak isteyip istemediğime emin değilim.”

“Nereyi istiyorsun?”

“Berlin veya Viyana sanırım. Sen ne yapacaksın?”

“Emin değilim.” dedi genç adam. Ne yapmak istediğini biliyordu ama bunun için yeterli olup olmadığı konusunda emin değildi.

“Bence hayallerinin peşinden koşmalısın.” dedi Duru. “Mimarlık yapmanın sana göre olmadığını söylemiştin bana.”

“Ben de öyle düşünüyorum. Senaryolarımı tamamlamam gerek. Ama bir yandan da para kazanıp kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmeliyim.”

“Senin İstanbul’a gitmen gerek Emir. Ciddiyim. Ankara’yı sevmediğini biliyorum. İzmir’e dönmek de istemiyorsun.”

“Ankara’yı sevmiyorum değil aslında. Baya alıştım buraya. Ama evet, İstanbul benim için en uygun seçenek gibi duruyor.” dedi genç adam sıkılgan bir şekilde. Bu geceyi bu gibi sıkıcı konulardan konuşarak geçirmek niyetinde değildi aslında ama geride bıraktıkları akşamın sihirli, zaman dışı havası kaybolmuş, hayatın karmaşıklığı ve geleceğin gölgesi üzerlerine kapanmıştı.

Aslında birbirinden bu kadar hoşlanan iki insanın dört sene boyunca bunu hiç itiraf edememiş olması çok garipti. Tüm bu yıllar boyunca yalnız kalabilmeleri ise neredeyse gerçeküstüydü ikisi için de. Duru kendini işine, sanatına adamış başarılı bir mimar olmak istiyordu. Emir onu ne bir erkekle görmüştü bugüne kadar ne de bir erkekten hoşlandığını duymuştu. Buna rağmen erkeklerin dikkatini çekmek konusunda o gösterişçi kızlardan geri kalır yanı yoktu. Hatta erkekler arasında yapılan gayrı resmi bir ankette dönemin en güzel kızı seçilmişti. Emir bunun nedenini onunla aynı odada bulunduğu sırada anladığını düşündü. Belki çok şekilli bir vücudu yoktu kızın, ama insana nerede olduğunu unutturan donuk mavi gözleri, yataktan yeni kalkmış gibi yanlara dağılan, kendine has bir çekiciliği olan saçları, naif ve güvenilir bir kişiliği vardı. Emir’e sanki yıllar önce kaybettiği bir masumiyeti, sonsuzluğu hatırlatıyordu bakışları. Sanatçı kişiliğiyle, derslerindeki başarısıyla bölümdeki erkeklerin en beğendiği kızlardan olmuştu Duru. Emir’e gelince, onun da kız gibi çok şekilli, kaslı bir vücudu yoktu belki, ama ince, uzun yapısıyla düzgün, şekilli yüzü ona belli bir karakter kazandırıyordu. Bölümdeki çoğu insandan farklı olarak mimar olmak istemiyordu Emir. Hatta mimarlığa bilerek, isteyerek değil tamamen tesadüf eseri gelmişti. Hedefi ona hayatta en çok zevk veren şey olan sinemayla iç içe bir gelecek yaratmaktı kendine. Yeteneğini keşfedemediği zamanlarda bir film festivalinin kadrosunda çalışmanın bile onu tatmin edebileceğini düşünmüştü. Ama bir sanat eserini takdir edebilen, sanatın derinliğini anlayabilen bazı insanlar gibi anlayabilmek ama üretememek istemiyordu. Kendi filmlerini yazıp yönetmeliydi. Derslerinde çok başarılı olamasa da sanata duyduğu tutku ve melankolik yapısıyla bölümdeki çoğu kızın sevgili olmak isteyeceği bir erkekti. Kendine duyduğu güven, utangaç yapısı nedeniyle etrafına yaydığı bilinmezlik duygusu ve enerjisi bölümün en başarılı kızlarının bile ona karşı bir ilgi duymalarını sağlamışa benziyordu. O da bunun farkındaydı ama hiçbir zaman kızlara sadece eğlence gözüyle bakan biri olmamıştı. Onun istediği birine aşık olmak, tüm ömrünü o kişiyle geçirmekti. Belki şıpsevdi olarak nitelenebilirdi ama bunun nedeni de aşka çok önem vermesiydi.

Bölüm arkadaşları tarafından bu kadar ilgiyle takip edilen, çekici bulunan bu iki genç konu birbirlerine karşı hissettiklerine gelince dayanılmayacak kadar utangaç ve çekingen oluyordu. Emir bugünün bir milat olacağını düşünmüştü aslında. Mezuniyet balosunda aynı masada olacaklarını öğrendiği andan itibaren gecenin alabileceği olası şekilleri kafasında evirip çevirmiş, Duru’ya hissettiği tarifsiz duyguları ona açıklaması gerektiğine karar vermişti. Bunu nasıl yapması gerektiğini düşündüğündeyse aklına gelen en iyi yöntem yazmak olmuştu. Yavaşça elini cebine götürdü ve akşam başlamadan hislerini döktüğü küçük defterin hala orada olduğunu görüp aniden heyecanlandı. Neden bu kadar zordu sanki birine ondan hoşlandığını söylemek? Gerçi Duru’yla birlikte geçirdiği zamanlarda hep kendini unutmuş, bambaşka, yepyeni bir insan olmayı başarmıştı. Çok az görüşseler de kimyasının bu kadar uyduğu başka bir kız tanımamıştı sanki hayatında. Onun için Duru’yu farklı kılan onlarca özellikten biri de buydu, fakat bu düşüncelerin en çok onu gördüğünde bilincinde belirdiğini fark etmişti. Diğer zamanlarda, yani o yanında değilken hayatını pekala onsuz da devam ettirebiliyordu.

“Sana bir şey sorabilir miyim Duru?” dedi genç adam.

“Tabii, ne istersen.”

“Bizi düşündün mü hiç?”

“Nasıl yani?” dedi kız. Tehlikeli sulara geldiklerini fark etmişti. Çocuğa güvenip güvenmemek konusunda ciddi çatışmalar yaşıyordu zihninde. Birkaç ay önce yaşadıklarını aklından uzaklaştırmaya çabaladı. Şu anda onunla birlikteydi sonuçta. Başka biri yoktu aralarında.

“Yani... Ben seni düşünürken buluyorum kendimi bazen. Bizi düşünürken.”

“Ne düşünüyorsun peki?”

“Birlikte çok güzel bir ikili olabiliriz bence.”

“Güzel bir ikili mi?”

“Evet. Geleceğimi düşündüğümde senden başka birini yanımda istemiyorum gibi geliyor bana.”

Kız yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. Birkaç ay öncesine kadar bunları ondan duymak için neler vermezdi. Ama yaşananların ışığında şimdi kelimelere dökülen duygular ona güven vermenin ötesinde boş birer vaat gibi geliyordu. “Buna inanmamı mı bekliyorsun yani?” dedi.

“Neye inanman gerektiğini sana ben söyleyemem.” dedi genç adam, kızın cevabının da verdiği bir çekingenlikle. “Ben yalnızca içimden gelen şeyi, yıllardır sana söylemek istediğim şeyi söylüyorum.”

Kız yataktan kalktı. Yıllardır söylemek istediği şeyi söylüyormuş. O yıllarda kaç kızdan hoşlandığını da söyle istersen. Kızgındı. Kandırılmış hissediyordu. Odada ileri geri yürürken “Müge’ye de söyledin mi bunları?” dedi. Öylesine bir şey söyler gibi sormak istemişti bunu ama sesindeki belirgin kızgınlığa ve kırgınlığa engel olamamıştı.

Genç adam öylece kalakaldı. Verecek bir cevap gelmedi bir an aklına. Kızın neden bahsettiğini biliyordu ve konunun buraya gelmesinden korkuyordu. “Duru…” diye cümleye başladı ama kız onun sözünü kesti.

“Birbirimizi kandırmayalım istersen Emir. Konserde konuştuğunuzu bilmediğimi düşünmüyorsun sanırım değil mi? Yanlış anlama kıskanç bir insan değilimdir ama tüm bu olanlardan sonra sana, söylediklerine güvenmemi nasıl bekliyorsun anlamıyorum açıkçası.”

“Duru açıklamama izin ver lütfen, ben de seninle bu konuyu konuşacaktım aslında ama-”

“Ama ne? Kapatabilir miyiz Emir bu konuyu? Gerçekten çok huzursuz hissediyorum şu an. Dediğim gibi aramız kötü değil ama sen kendi kafanda kurmuşsun bir şeyleri bence. Hem benim senden o anlamda hoşlandığımı nereden çıkardın?”

“Tüm akşam beraberdik Duru, el ele dans etmeye gittik.”

Kız sandalyeye oturdu. Müzik durmuştu. Gecenin sessizliğini bozan tek şey plaktan gelen cızırtıydı. “Uyuyabilir miyiz?” dedi çocuğa bakarak.

“Uyumak mı istiyorsun?”

“Evet. Yarın uzun bir gün var önümde. Başvuracağım okullarla ilgili araştırma yapmam gerekiyor. Sen de geciktirmeden ne yapmak istediğine dair bir karar ver bence.” Yatağa girdi. Pikeyi üzerine çekti ve çocuğa baktı. Gözleri birbirine kenetlendiğinde bir an onu öpmek için büyük bir istek duydu içinde ama o an geçip gitmişti. Sanki aşk trenini kaçırmışlardı ve arkadaş olarak kalmaktan, arada bir yazışmaktan, ayrı yollara gitmekten başka çareleri kalmamıştı. “İyi geceler” dedi kız arkasını dönerken. “Salonda yatabilirsin.”

“İyi geceler. Yanında kalmama izin verdiğin için teşekkürler.”

Kız arkasını döndü. “Biz arkadaşız Emir.” dedi kayıtsız bir tavırla. “İstediğin zaman yanımda kalabilirsin.”



Adımlar

15 Ağustos 2018


Kapı kapanıp metro hareketlenmeye başladığında Emir oturacak bir koltuğu son anda bulmuş, genç, sarışın bir kadından önce oturmayı başarmıştı. Birçokları için bu davranış kabalık olarak görülebilirdi ama Emir yer vermek konusunun çok abartıldığını düşünüyordu. Hiçbir görünür rahatsızlığı olmayan, elleri ayakları tutan, genç ve kendi sevgilisi olmayan birine sadece kadın olduğu için yer vermek ona göre saçmalıktan ibaretti. Yaşlılara yer vermek konusunda da tedbirli davranıyordu. Ona göre yer verilmesi gereken kişiler gerçekten yaşlı olanlar, hamile, çocuklu kadınlar, sakatlar ve yükü ağır olanlardı. Hatta bazı insanlardansa saatlerce okula, kurslara giden öğrencilere yer vermeyi yeğlerdi.

Elindeki senaryoyu açtı ve okumaya başladı. Bu senaryoyu yazması çok zor değildi belki ama onu son haline getirmek aylarını almıştı. Etkileyici bir senaryo bu diye düşündü okumayı bitirince. Yönetmen olma hayalini gerçekleştirmesi için kendisine yapımcı bulması gerektiğini biliyordu. Sorun şuydu ki yapımcılar Emir bir senaryo yazsa da para yatırsam diye sırada beklemiyorlardı. Henüz elinde göstereceği hiçbir filmi olmayan Emir bu kısa senaryonun güzel bir giriş olacağına, bazı yapımcıların dikkatini çekebileceğine inanıyordu. Saatine baktı. Buluşmasına on beş dakika vardı. Geçen ay gittiği bir tiyatroda şans eseri denk geldiği bir kitapçıkta rastlamıştı Melis Ceylan adına. Kadın tiyatro başta olmak üzere çok kapsamlı bir kültür sanat oluşumunun başındaydı ve birlikte çalışıp üretebileceği insanlar arıyordu anladığı kadarıyla. Kendisini iyi tanıtması gerektiğini biliyordu. Neyse ki bu konuda başarılı bir insandı. Tanımadığı insanlarla konuşmak son beş yılda uzmanlaştığı bir konuydu. Taksim durağında indi, metrodan çıkıp merdivenlere yöneldi. Taksim meydanına çıktı ve buluşacakları kafeye doğru yürümeye başladı. Bir yıldır İstanbul’da olmasına rağmen hala buna alışamamıştı. Üniversite yıllarında fırsat buldukça kaçıp havasını soluduğu bu şehir onun için dünyanın en güzel şehirlerindendi. İstiklal’e girdi ve çevresine büyük bir ilgiyle bakarak kadın ile görüşecekleri kafeye ulaştı. İlerideki bir masada duran bir kadın ona el salladı. Emir de el sallayarak karşılık verip masaya yöneldi.

“Merhaba, Melis Hanım değil mi?”

“Evet merhaba, hoş geldiniz.”

“Hoş buldum.” dedi Emir otururken. “Özlemişim burayı, baya bir olmuştu gelmeyeli.”

“Ben de özlemişim. Gençliğim burada geçti diyebilirim.”

“Burada mı okudunuz üniversiteyi?”

“Evet. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji mezunuyum.”

“Çok güzel. Sanat dışında bir bölüm bitirip sanata yönelen insanlar umut verir hep bana. Kendi durumumdan dolayı sanırım.”

“Kesinlikle katılıyorum.” dedi kadın gülümseyerek. “Sen diyebilir miyim acaba? Gereksiz bir resmiyette geçmesini istemem buluşmamızın.”

“Tabii ne demek.”

“Sen ne okudun peki? Hala okuyor musun veya?”

“Ben Mimarlık okudum. Şu an bir kitapçıda çalışıyorum ve çevirmenlik yapıyorum. Ama asıl hedefim sinema.”

“Anladım. Var mı çektiğin bir şeyler?”

“İki sene önce Mobil Film Festivali için bir kısa film çekmiştim cep telefonumla ama sonrasında beğenmediğim için sildim.”

“Keşke silmeseydin, beğenmediğimiz filmlerimizi değerlendireceğimiz bir gösterim planlıyorduk biz de. Neden beğenmediğimizi falan tartışacaktık.”

“Güzel olurdu aslında ama çok geç artık. Bir iki tane kısa film yazdım onun dışında, ve uzun metrajlar üzerinde çalışıyorum.”

“Mail’de bahsettiğin kısa film mi bu?”

“Evet evet. Vereyim hatta sana, şu an uygun olmaz sanırım ama uygun olduğun bir vakitte okursun. Bu işi bilen insanların tepkisini merak ediyorum gerçekten.” dedi Emir ve çantasından senaryosunu çıkarıp kadına uzattı.

“Teşekkürler. Okuyup yorumlarımı bildiririm sana. Bizim Film Akademisi diye de bir oluşumumuz var. Sen sinema alanında çalışıyorsun sanırım sadece değil mi?”

“Aslında edebiyatla da uğraşıyorum. Film Akademisi nedir tam olarak?”

“Bağımsız kısa filmcilere destek sağlıyoruz kısaca. Önümüzdeki ayın on’unda başvurular sonlanıyor hatta, sen de başvur bence. Kamera ve bütçe sağlıyoruz, sonrasında gösterimlerini yapıyoruz topluluğumuzda.”

“Çok güzel olur aslında, ben de böyle bir şeyler arıyordum. Yapımcı bulmak baya zormuş onu fark ettim.”

“Yapımcı bulmak zordur evet. Ama kısa filmlerle başlarsan ve festivallere katılırsan yavaş yavaş tanınabilirsin ve yapımcılara da göstereceğin bir portfolyon olur.”

“Ben de öyle düşünüyorum. Bakalım bir yerden başlayacağım sanırım. Ben kahve alacağım bu arada, sipariş verelim mi?”

“Tabii.” dedi kadın gülümseyerek ve iki kahve söylediler.

Kahvelerini içerken sanattan, Türkiye’de bağımsız bir şekilde üretilen eserleri insanlara ulaştırabilmenin zorluğundan ve geleceğe dair planlarından konuştular. Emir kadının samimiyetinden, cesaretlendirici tavsiyelerinden etkilenmişti, kadınsa Emir’in yaşına rağmen olgun sanat anlayışından ve fikirlerinden. Bir daha buluşmak üzere birbirlerine başarılar dilediler ve vedalaştılar.

***

Duru,

Bugün sinema alanında bana katkı sağlayabilecek biriyle tanıştım. Kendisinden önemli tavsiyeler aldım. Kitapçıdaki işim bildiğin gibi. Ara sıra çeviriler yapıyorum ve kiramı ödemeye çalışıyorum. Sanırım bana bir kız bulmam konusunda yaptığın ısrarların karşılığını almak üzeresin. Geçen gün kitapçıya bir kız geldi. Edebiyat okuyormuş ve yazar olmak istiyormuş. Edebiyattan, sanattan konuştuk biraz. Açıkçası yeni insanlar tanımak bana da keyif veriyor ama uzun süredir kimseden hoşlanamıyorum. Sanırım o balo gecesindeki konuşmamızdan sonra aseksüel oldum. Yine de varlığın için minnettarım. Bana Viyana hakkında yazmaya devam et lütfen. Sevgiler ve başarılar.

Emir.

Emir mektubuna son noktayı koyduğunda bunu yapmaya daha ne kadar devam edebileceğini merak etti. Telefonda konuşmamayı, bunun yerine arkadaş kalıp her ay aynı gün birbirlerine dijital mektup yazmayı kararlaştırdıklarından beri yedi ay geçmişti ve Duru’nun sesini unutmaya başladığını düşünüyordu. Duruysa bunun Emir’in yazı becerilerini geliştireceğini kafasına koymuştu. Emir’e söylemese de mektuplaşmanın nostaljik havasını, mektubu almanın, açmanın ve okuyup bilgisayarında saklamanın kendine özgü ritüelini de seviyordu. Emir mektubu Duru’nun adresine gönderdi ve kafede otururken telefonda konuşup Duru’nun hayatında olanlar ile ilgili bilgileri onun ağzından duymanın ne kadar kolay olacağını düşündü.

***

“Hadi ama dostum. Buluşup konuşacaksın sadece. Gayet iyi bir kıza benziyor işte.”

“Gürkan! Abi ilgilenmediğimi kaç kere söyleyeceğim sana. Kız edebiyat üzerine konuşmaya geliyor buraya.”

“Edebiyat üzerineymiş. Ne oldu oğlum sana böyle? Ruhun çekilmiş gibi. Hala Duru’yu düşündüğünü söylemeyeceksin değil mi bana?”

Emir cevap vermedi. Gürkan, Ogün ve Çisil ile Mandabatmaz’da oturuyorlardı.

“Burası biraz fazla küçük değil mi ya?” dedi Çisil.

“Rahatına bu kadar düşkün olma Çisilcim.” dedi Ogün.

Dört arkadaş lise zamanlarından beri birbirlerini tanıyorlardı ve kader hepsini de İstanbul’a sürüklemişti.

“Geçenlerde sahibi öldü buranın biliyor musunuz?” dedi Emir. “O zamandan beri daha sık gelmeye başladım.”

“Mekan biraz küçük ama Türk kahveleri efsaneymiş cidden.” dedi Gürkan. “Konuyu geçiştirme bu arada ne yapacaksın Ece işini?”

“Siz neden benim aşk hayatıma taktınız kafayı oğlum? Ben yalnız da gayet mutluyum.”

“Bir şey demiyorum artık abi. Sen bilirsin.” dedi Gürkan.

***

“Ben bilirim tabii.” dedi Duru. Burcu, Mert ve Hazal ile birlikte çimenlerde oturuyorlardı. “Onun için mutlu olduğumu söylüyorum sadece. Hayatına birinin girmesini bile istedim hatta.”

“Ama anlamıyoruz Duru. Onu hala severken neden böyle bir şey istedin ve neden ısrar ediyorsun?” dedi Hazal.

“Siz yanıma beni bu sorularla boğmak için mi geldiniz yoksa tatil için mi?”

“Tamam abi ısrar etmeyin artık.” dedi Mert. “Hava çok güzelmiş yalnız. Her zaman böyle mi?”

“Siz uğurlu geldiniz bence, genelde kapalı oluyor hava.” dedi Duru.

Oturdukları yerden Aziz Stephan Katedralini görebiliyorlardı. Duru kendini yıllardır olmadığı kadar özgür hissediyordu. Mektuptan öğrendiklerine göre Emir’in hayatına başka bir kızın girme ihtimalinin olması ona kendisi hakkındaki bazı şeyleri yeniden düşünme fırsatı vermişti. Sonuçta o da özgür bir kadındı ve hayatına başka birini alabilirdi. Üstelik Viyana gibi bir yerde yaşıyordu. İstese kendine olgun, kültürlü bir erkek bulabilirdi.

Yine de neden Emir’i unutamıyorum? Uzak olsak da bir gün onunla olabileceğim ihtimali hep oradaydı. Şimdiyse onu kaybetme korkusuyla özgürlük arasında sıkışıp kaldım.

“Ee bana Türkiye’yi anlatın biraz. Neler oluyor güzel ülkemde?” dedi Duru konuyu değiştirmek istercesine.

“Bir kadın kitabını başkasına mı yazdırmış ne, öyle bir şeyler oldu geçenlerde değil mi?” dedi Mert.

“Aa evet.” dedi Burcu.

“Bir özgünlük tartışması başladı akademide de bizim aramızda da.” dedi Hazal.

“Özgünlük çok abartılan bir şey bence.” dedi Duru. “Yani taklit insanın ruhunda olan bir şey doğumundan beri ve öğrenmenin de ön koşulu bence.”

“Orası öyle canım, Avrupa mesela mimarlıkta kıskanılan bir medeniyet muhafazakarlığıyla ve yaratıcılığıyla, ama yarattıklarının neredeyse yüzde doksanı taklit yani.” dedi Mert.

“Taklidi nasıl yaptığın önemli bence orada. Godard’ın çok sevdiğim bir sözü vardır mesela.” dedi Duru.

“Aa evet hatırlıyorum.” dedi Hazal. “Bir şeyi nereden aldığın değil nereye götürdüğündür önemli olan diyor, değil mi?”

“Aynen.” dedi Duru. “Özgünlük bence sahip olduğun farklı ya da uçuk fikirlerdense birçok şey arasında kurduğun özgün bağlantılarda saklıdır.”

“Shakespeare’in geçmişten aldığı bazı hikayeleri kendine uyarlaması da örnek olabilir aslında.” dedi Mert.

“Ee derslerin ne zaman başlıyor bu arada?” dedi Hazal Duru’ya dönerek.

“Önümüzdeki Pazartesi.” dedi Duru. “Ama ben ilk bir hafta izin vereceğim kendime. Berlin’e gidip gelmek istiyorum. Yeterince gezememiştim şehri ilk gittiğimde.”

***

Emir,

Derslerim güzel gidiyor ve burada mutluyum. Sorduğun için teşekkürler. Ben son mektubumda sormayı unutmuşum sana, özür dilerim. Telefonda konuşmayı tercih ettiğini biliyorum ama ayda bir yazışmamız bana o kadar iyi geliyor ki. Geçen günkü sunumum çok beğenildi ve jüriler tarafından beş dakika boyunca övüldü. Düşünebiliyor musun? Yaratıcılık konusunda en olgun dönemimdeyim sanırım. Senin çalışmaların nasıl gidiyor? Onun dışında dediğim gibi ben çok iyiyim. Viyana’ya alıştım sayılır. Dediğin gibi Doğa Tarihi müzesini gezdim. Koca bir günümü aldı ama değdi doğrusu. Neden gittiğin en iyi müze olduğunu anlayabiliyorum. Keşke Türkiye’de de böyle müzeler olsa. Beni ne zaman ziyarete geleceksin? Biliyorum para konusunda sıkıntılı bir dönemdesin ama ailenle konuşsan keşke, belki onlar yardımcı olurlardı sana. Umarım beni özlemişsindir. Ben seni ve Türkiye’yi çok özledim. Yılbaşı için gelmeye çalışacağım. Sen de Ankara’da olursan bir şeyler yaparız belki? Siyah Beyaz’a götürürüm seni bakarsın. Bana yazmaya devam et lütfen. En kısa zamanda görüşmek üzere.

Duru.

Mektubu bitirip baştan sona okuyunca Duru’nun içini bir huzursuzluk kapladı. Fazla mı özele girmişti? Onu özlediğini söylemişti ama bunda normal olmayan bir şey yoktu. Arkadaşların birbirini özlemesi doğaldı. Mektubu katladı ve zarfa koydu. Akşam için yemek yapması gerekiyordu. Sınıfından üç arkadaşı ve bir de asistan yemeğe gelecekti ve o daha hazırlıklara başlamamıştı bile.

***

“Yemekleri çok güzelmiş gerçekten. Teşekkür ederim benimle buluştuğun için tekrar.” dedi kız.

“Ne demek. Bir yazara ayıracak vaktim her zaman vardır.”

Emir çayını yudumlarken vicdan azabı duyup duymadığını merak etti. Arkadaşlarının ısrarına dayanamayarak Ece’nin buluşma teklifini kabul etmişti. Kızla konuştukları süre boyunca Duru’yu düşünüyor olmaktan korkmuştu aslında ama konu yazmaya geldiğinde aklına gelen mektuplar dışında bir kere bile düşünmemişti onu. Ece çok değerli, güzel ruhlu birine benziyordu. Hem Duru ondan o anlamda hoşlanmadığını söylememiş miydi? Sürekli onu düşünürken, karşılıksız bir şekilde sevmeye devam edip arkadaş kalmaya çalışırken önüne çıkan başka fırsatları kaçırmak ne kadar doğruydu acaba? Kız zarif bir biçimde saçlarını düzeltirken ve tatlısını yerken ondan gerçekten de hoşlanabileceğini düşündü.

Aşk tek bir kişiye yönlendirilebilecek bir duygu değil belki de. Geçmişte hayatıma giren, bende iz bırakan birden çok kadına aşık oldum. Duru’ya karşı olan hislerim çok farklılardı belki evet, ama bu tekrar başka birine de aşık olamayacağımı ve onunla güçlü, özgün bir bağ kuramayacağımı gösterir mi gerçekten?

“Ne düşünüyorsun?”

“Hiç.” dedi Emir. “Dostoyevski hakkında söylediklerin takıldı aklıma. Gerçekten de bugünün sorgulayan insanının sorunlarını yansıtmayı başarmış olduğunu düşündüm.”

“Belki de biz çok özel olduğumuzu düşünüyoruzdur. Yani yüzyıllar öncesiyle aramızda düşünsel anlamda bir uçurum varmış gibi geliyor bize ama değişen tek şey teknoloji ve onunla girdiğimiz ilişki belki de. İyi yönde mi ondan bile emin değilim açıkçası.”

“Teknolojiyi nasıl kullandığına bağlı bence. Ben çok yararlı olduğunu düşünüyorum ama zararlarını da göz ardı edemeyiz tabii. Teknoloji geliştikçe kendimize zarar verme olanağımız da artıyor ama bir yandan da şu anki medeniyetin, gelişimin, kültürün kaynağında teknoloji var. İnsanları bilinçlendirmek bence önemli olan.”

“Haklısın. Ama telefonum o kadar çok vakit çalıyor ki benden, elimden bırakabilsem romanımı bitirmiştim muhtemelen. Sıkıldım gerçekten ya, keşke bırakabilsem. Büyük bir yük kalkacakmış gibi hissediyorum üzerimden ama bir yandan da ihtiyacım var. Okulda olup bitenleri öğrenebileceğim başka bir yer yok.”

“Okulun bitince bırakabilirsin çok istiyorsan.”

“Umarım. Çok güzel bir akşamdı bu arada Emir. Uzun zaman olmuş biriyle böyle konuşmayalı.”

“Bence de çok güzeldi. Dediğim gibi yazmaya devam et lütfen. Zaman zaman bana da gönderebilirsin yazdıklarını. Değerlendirmek, yorumda bulunmak isterim gerçekten.”

“Tabii, gönderirim. Bizim okulun şenliği var bu arada. İki hafta sonra sanırım. Gelmek ister misin?”

“Rock şenliği falan mı bu?”

“Hayır, yazın yapılıyor genelde, bahar şenliğine benziyor ama biraz daha farklı. Hoşuna gider bence.”

“Neden olmasın? Haber verirsin bana.”

Emir bu güzel bir fırsat diye düşündü. Duru Türkiye’ye dönmek istemediğini söylüyordu. Ondan gerçekten hoşlansa ona yakın olmak isterdi herhalde.

Belki de en iyisi her şeyi zamana bırakmak.



Yollar

11 Ağustos 2019


Viyana’da sıcak, sıradan bir Pazar günüydü. İşleri olmayan çalışanlarla, şehri gezmeye gelen turistlerle, havanın ve tatilin keyfini çıkaran gençlerle dolan sokaklarda hiç olmadığı kadar canlılık vardı. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde tezlerini bitirmekte olan bir avuç öğrenci dışındaki tüm insanlar dışarı çıkmış gibiydi. En azından Duru’ya öyle geliyordu. Çalışmasına bir ara verip kahve almaya giden Duru saatine baktı ve Emir’in gelmesine yarım saat kaldığını gördü. Saat beş gibi akademinin önünde olacağını söylemişti Emir. Duru ne düşüneceğini bilmiyordu. Emir aylardır ona mektup yazmamıştı. Son haberleşmeleri ise sadece whatsapp üzerinden olmuştu ve buluşma saatiyle yeri dışında bir şeyden bahsetmemişlerdi. Duru ona neden mektup yazmadığını soracak cesareti bulamamıştı kendinde. Kendine bir sevgili bulmuş olabilirdi ve kız ona yazmasını istemiyor olabilirdi. Ya da daha kötüsü, Emir ona yazmaktan sıkılmış olabilirdi. Mektuplaşmamalarına rağmen Duru kendini yalnız hissetmiyordu. Burada çok iyi arkadaşlar edinmişti ve başarılı bir eğitim hayatı vardı. Bir film gösteriminde şans eseri Türk bir çocukla bile tanışmıştı. Duru çocuğun ondan hoşlandığından emindi, kendisi de ondan hoşlanıyordu aslında ama aklının bir kenarında duran Emir’le olabilme ihtimali bir adım atmasını zorlaştırıyordu. Yine de ikisini birlikte görenlerin sevgili olduklarını sanmalarına neden olacak kadar yakındılar çocukla. Duru Emir’in hala ondan hoşlandığını biliyordu ve onu üzmek istemiyordu. Ama artık yirmi beş yaşındaydı ve eğitim hayatını bitirmek üzere olduğu için bundan sonra insanlarla tanışmanın o kadar da kolay olmayacağını düşünüyordu. Emir’e bir şans vermeyi, kalbinin sesini dinlemeyi zaman zaman düşünmüş olsa da birlikte olmaları çok zordu. Hem farklı şehirlerde yaşıyorlardı hem de aylardır hiç olmadıkları kadar uzaktılar birbirlerine. O geldiğinde her zamanki gibi davranmalıyım diye düşündü Duru. İstanbul’dan kalkıp Viyana’ya geldiğine göre Emir aralarının o kadar da bozuk olduğunu düşünmüyordu demek ki.

***

Emir saatine baktı. Akademinin önüne neredeyse gelmek üzereydi ve buluşma saatlerine beş dakika kalmıştı. Duru’ya mektup yazmayı bıraktığından beri kendini çok yalnız hissediyordu. Öte yandan yazmak da içindeki boşluğu büyütmekten başka bir işe yaramamaya başlamıştı. Viyana’ya gelme, Duru’yu görme kararını alması onun için kolay olmamıştı. Senaryo yazmak konusunda hedeflerini gerçekleştirse de yazılarından para kazanma konusunda bir adım bile ilerleyememişti. Yirmi altı yaşındaydı ve kitapçıda çalışıp çeviri yapmak artık onu sanatsal olarak tatmin etmiyordu. Duru onu hala arkadaşı olarak gördüğü için aşk hayatı da büyük bir çıkmazdaydı. Kendisine bile itiraf edemese de Viyana’ya gelmesinin arkasında yatan en büyük nedenlerden biri kızın ona ilgi göstermemesinin nedenlerinden birinin para konusu olup olmadığını merak etmesiydi. Bunu Duru’ya nasıl soracağı konusunda ise hiçbir fikri yoktu. Ekonomik özgürlük elbette çok önemliydi fakat konu aşk olunca bu durumların mesele edilmesi Emir’i karşısındaki kişiden soğutuyordu. Kadınlar dedi kendi kendine, neden her şeyi bu kadar zorlaştırmak zorundalar? Akademinin önüne gelmişti. Duru her an onu karşılamaya gelebilirdi. Onu görmek üzere olduğunun bilgisi bazı şeyleri yeniden sorgulamasına neden oluyordu. Her zaman böyle olmuştu. Kızdan uzaktayken ondan ne kadar hoşlandığını söylemek, hayatını onunla geçirmek istediğini itiraf etmek ulaşılabilir bir şeymiş gibi görünüyordu ama onunla baş başa, yüz yüze kaldığı anlarda reddedilme korkusu ve çekingenliği buna izin vermiyordu.

“Emir!”

Arkasını döndü. Duru ona doğru geliyordu. Emir kalp atışının bir an için durduğunu hissetti. Duru mavi renkli sade bir elbise giymişti. Kafasına taktığı gösterişsiz kasketle kayarcasına yürüyüşü Emir’e balo akşamını hatırlatmıştı. “Merhaba” dedi donuk bir şekilde.

“Hoş geldin.” dedi Duru ona sarılırken. “Harika görünüyorsun. İstanbul yaramış sana.”

“Ben de sana aynı şeyi söyleyecektim. Kombinine bayıldım.”

“Teşekkürler efendim.” dedi Duru kendi etrafında bir tur dönerek. “Rahat geçti mi yolculuğun?”

“Evet rahattı. Beni bilirsin, uçaklara, havaalanlarına bayılırım. İki saat erkenden gittim havaalanına, kahvemi aldım ve kitabımı okudum.”

Yürümeye başladılar. Emir ne diyeceğini bilemiyordu. Duru ise olabildiğince doğal davranmaya çalışıyordu. Aylar sonra Emir’i karşısında görünce onu gerçekten özlediğini fark etmişti.

“Sana İstanbul’dan bir şey getirdim bu arada.” dedi Emir ve çantasından bir hediye paketi çıkardı.

“Aa teşekkürler Emir, hiç gerek yoktu.”

“Ne demek canım. Görünce dayanamadım aldım.”

Kız paketi açarken “Monet!” dedi.

“Seveceğini düşündüm. Buradaki odana asabilirsin.”

“Çok teşekkür ederim Emir, yatağımın yanına koyarım eve gidince. Keşke ben de sana bir şey alsaydım”

“Ben de özellikle almadım, gezerken karşıma çıktı.”

“Ee İstanbul nasıl gidiyor bakalım?”

“Güzel.” dedi Emir. “Henüz istediklerimi başaramadım tam anlamıyla ama şehirde bulunmak bile çok güzel.”

“Sevindim öyle olmasına. Sizinkiler ne yapıyor?”

“İşe gidip geliyorlar onlar da. Çok fazla bir şey yapamıyoruz o nedenle. Ama gerçekten anlaştığın insanlarla yaşamak baya güzel bir şeymiş.”

“Ben henüz deneyimleyemedim onu maalesef.”

“Neden? Ev arkadaşlarını sevdiğini söylemiştin.”

“Seviyorum ama çok fazla ortak yönümüz yok sanırım. Yani siz birbirinizi liseden beri tanıyorsunuz, çok farklı bir bağ vardır aranızda. Yine de memnunum gerçi, gayet düzgün insanlar.”

“Viyana nasıl peki?”

“Güzel ya. Burada kalabilirim diyorum kendi kendime. Yani okulum bitince.”

Emir hemen cevap vermedi. Duru da sıkıntının farkına varmıştı.

“Umarım istediğin gibi olur her şey.” dedi Emir. Göstermemeye çalışsa da içinde bir şeyler can çekişiyordu. “Mektup yazmayı bıraktığım için kızmamışsındır umarım bana?”

“Kızmadım tabii ki ama neden bıraktığını da anlayamadım. Seninle mektuplaşmak bana çok iyi geliyordu. Türkiye’yle aramda hala var olan birkaç bağdan biriydi o mektuplar. Türkçe’yi unutmaya başladığımı düşünüyordum artık burada.”

“Biliyorsun ben başından karşı çıkmıştım bu mektup işine zaten, ama işlerim yoğunlaştıkça yazacak bir şeyler biriktiremediğimi fark ettim. Yani sen burada yeni bir yerdesin. Anlatacak çok şeyin oluyordur ama benim hayatım bir rutine bağlamıştı sanırım.”

“Sen de İstanbul’dasın ama Emir. Hadi ama, İstanbul gibi bir şehirde hayatının rutine bağladığını söyleme bana.”

Emir köşeye sıkıştığını hissediyordu. Elbette hayatına rutin diyemezdi ama Duru’ya gerçeği açıklamaktansa başka bir yalan uydurmaya karar verdi.

“Bir de küçük bir depresyon gibi bir şey yaşadım açıkçası. O nedenle kendimden bahsetmek istememiş olabilirim sana.”

“Nasıl yani? Depresyon derken? Baya ciddi bir depresyon mu?”

“Hayır o kadar ciddi değildi ama yine de zor bir dönemdi benim için son üç beş ay.”

“Anladım. Aşk hayatın nasıl gidiyor peki? O bahsettiğin kıza ne oldu? Ece miydi adı?”

“Ece evet. Normal gidiyor ya. Bildiğin gibi. Biriyle gerçekten güçlü bir bağ kurmanın ne kadar zor olduğunu fark ettim. Özellikle de belli bir yaştan sonra.”

“Hadi ama Emir, yirmi altı yaşındasın. Duyanda kırkına basmışsın sanacak.”

Yirmi altı diye düşündü Emir. Kafasında tekrarladıkça daha da sürreal geliyordu ona bu sayı. Daha dün yirminci yaş gününü kutlamıştı oysa. Zamanın hızlı geçmesi onu hem korkutuyor hem de motive ediyordu. Duru’ya Ece’den bahsetsem mi acaba diye düşündü. Okul şenliğine beraber katılmalarının üzerinden aylar geçmişti.

“Ece’yle bir şeyler olmadı mı yani?” dedi Duru.

“O benden hoşlanıyor sanırım.” dedi Emir.

“Sen?” dedi Duru. Cevabı duymak isteyip istemediğine emin değildi aslında. Emir yanındayken onun başka bir kızdan hoşlanıyor olabileceği fikrine dayanamayacağını anlamıştı.

“Başka bir konudan bahsedebilir miyiz?” dedi Emir. Duru’yla birlikteyken Ece aklındaki son şeylerden biriydi.

“Fark etmez.” dedi Duru. “Nereye gitmek istersin?”

“Şehri dolanalım bence biraz. Yürümek iyi geliyor bana.”

“Nasıl isterseniz efendim.”

Bir süre konuşmadan yürüdüler. İkisi de birbirlerine olan hisleriyle acı gerçekler arasında sıkışıp kalmıştı. Acı gerçeklere bakış açıları farklıydı tabi. Duru için acı gerçek farklı şehirlerde olmaları ve Emir’e güvenememesiyken Emir için kızın ona arkadaş gözüyle bakmasıydı. “Hiç hayatı sorguladığın oluyor mu?” dedi Emir. Bu konu onun için önemliydi.

“Ne anlamda sorgulamak?”

“Yani bu kadar gizemli bir evrende doğuyoruz, büyüyoruz ve yapılacak onca şey varken bize verilen bir yaşama standardının içine giriyoruz. O kadar karmaşık bir makinanın içindeyiz ki bazen ne yaptığımız sorusuyla baş başa kalıyorum. Ve bazen elimde bir cevap olmadığını görmek korkutuyor beni.”

“Standart derken demek istediğini anlıyorum sanırım ama başka ne yapabiliriz ki? Yollarımız ne yaparsak yapalım sınırlı. Ben bu sınırlar içinde olabildiğince iyi yaşamak için elimden geleni yapıyorum şahsen.”

“Hayattan ve başımıza gelenlerden başka bir ben var mı onu merak ediyorum aslında. İnsan kendini tanıdıkça mizacı dışında yaşadıklarından oluştuğunu fark ediyor sanki.”

“Sen bu anlamda özgür ruhlu bir insansın gördüğüm kadarıyla Emir. Sen de kim olduğunu bilmiyorsan kim bilecek?”

“Tatminsizimdir belki de, bilmiyorum. Hep daha iyisini düşünmek ve yapmak istiyorum sanki.”

“Bence kesinlikle tatminsizsin.” dedi Duru gülerek. “Ama bunu kötü bir şey olarak algılamana gerek yok. Tatminsiz insanlar harika sanat eserleri ortaya koyarlar. Bu yolda daha dayanıklı ve isteklidirler.”

“Haklı olabilirsin. Ama bir yandan da hiçbir zaman tam olarak memnuniyet duygusunu yaşayamayacağın anlamına geliyor bu.”

“O kadar önemli mi sence memnuniyet duygusu?”

“Huzuru oluşturan şey de bir anlamda memnuniyet değil mi ama? Sürekli daha iyisini isterken nasıl huzur bulabiliriz?”

 “Sen sanatçısın Emircim. Huzuru gözden çıkarman gerekiyor zaten bu yola çıkarken. Sanatçının huzurlu bir hayatı yoktur. Bunu bana söyleyen sen değil miydin?”

“Evet.” dedi Emir gülerek. “İnsanın düşünceleri ve yaşama bakışı değişiyor tabii zamanla.”

“Senin bir sevgiliye ihtiyacın var bence Emir. İşinden ayrıldığında sana huzur verebilecek birine.”

Doğru olabilir diye düşündü Emir. Duru’yla kurdukları bağ, aralarında aşk olmasa bile ona aradığı huzuru veriyordu aslında. Şu an burada onunla yürürken bile inanılmaz mutlu ve huzurluydu. Sessizce yürümeye devam ederlerken “Ben de biriyle tanıştım ama hoşlanıp hoşlanmadığıma karar veremedim hala.” dedi Duru sonunda.

Emir’in yüzüne içini acıtan bir gülümseme yerleşti. Hayatının anlamı olabilecek kadınla yan yanaydı ama aralarında dünyalar vardı sanki. Birden içinde bir kızgınlığın yükseldiğini fark etti. O Duru’yla olmayı bu kadar istiyorken, onu başkasıyla hayal bile edemiyorken kızın ondan bu kadar kolay vazgeçebilmesi canını yakıyordu. Belki o da diğerleri gibidir diye düşündü. Hani şu umursamaz, sahte olanlardan.

Duruysa ne düşüneceğini bilemiyordu. Sohbete katılmak için elinden geleni yapıyordu ama Emir’i karşısında görmek, onunla yürümek, konuşmak çok alışkın olduğu bir şey değildi. Küçüklüğünden beri hep insanları ve olayları kontrol edebileceğini, kararlarını mantık çerçevesinde alabileceğini düşünmüştü. Ama mantık ve kurallar Emir’e karşı işlemiyor gibiydi. Bir an için onu sevdiğini, Türkiye’ye dönüp beraber olmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu söylemeyi düşündü ama hemen vazgeçti. Onun istediği Emir’in peşinden koşmasıydı belki de. Erkekleri peşinden koşturup onlara eziyet çektirecek veya kendi egosunu tatmin etmek için kendini ağırdan satacak bir kadın değildi aslında ama Emir’in onunla tek kelime etmemişken Müge’yle konuşmuş olmasını aklından çıkaramıyordu bir türlü. O günlerde Emir’e deliler gibi aşıktı ama Emir ondan vazgeçmeyi çok kolay başarmıştı. Birlikte olacaklarsa Emir’in bunu hak etmesini istiyordu. Başka kızlara harcadığı çabanın da ötesinde bir şeyler bekliyordu sanki ondan, ama Emirse bambaşka bir insana dönüşmüştü son iki yılda. Her şeye çok sakince, mantıklı cevaplar veriyordu.

Bir süre konuşmadan yürüdüler. “Şu kafeye oturmak ister misin?” dedi Duru sonunda. “Ne zamandır gelmek istiyordum.”

“Tabii, oturalım.” dedi Emir biraz sıkılgan bir şekilde.

“Sıkıldın mı yoksa benden?”

“Hayır tabii ki. Biraz yorulmuşum sadece. Uzun bir yolculuktu ve yolda uyuyamıyorum biliyorsun.”

Kafeye girdiklerinde ikisinin de dikkatini çeken şey masaların sevgililerle dolu olduğuydu. Harika diye düşündü Emir. Sevgili olmadıklarını hatırlatan hiçbir şeye ihtiyacı yoktu şu an. Birer kapuçino ısmarladılar ve uzun süredir ilk kez birbirlerine bu kadar yakından bakma fırsatı buldular. Duru her zamanki gibi güzel görünüyordu ama Emir mavi gözlerinin ardında bir kırgınlık gizlendiğini düşündü. Bu oyunu oynayacak ne gücü ne de isteği kalmıştı artık. Evet geçmişte uzun süre Duru’ya açılmayan oydu ama kız da ona açılmamıştı, ve şimdi burada onunla olduğuna göre Duru’nun hala kırgın olmaması gerektiğini düşünüyordu.

“Ne düşünüyorsun?” dedi Duru kahvesinden bir yudum aldıktan sonra.

“Ne düşüneceğimi bilemiyorum açıkçası Duru. Gelmem bir hata mıydı sence?”

“Buraya gelmen mi?”

“Evet. Yani arkadaş gibi konuşuyoruz, ama birbirimize uzağız sanki.”

“Neden böyle sence?”

“Bilmiyorum. Hiçbir zaman tam anlamıyla arkadaş değildik çünkü. Belki ondandır.”

“Nasıl yani?”

“Yani ODTÜ’deyken nasıldık hatırlasana. Birbirimize denk gelirsek konuşuyorduk, neredeyse hiç beraber takılmıyorduk. Buradaki hayatını bile tam anlamıyla bilmiyorum. Dersler ve gelecek planlarımız dışında bir şey konuşmuyoruz. Benim seni arkadaşım olarak görmem zaten zor ama sen sanki bu çok normal bir şeymiş gibi davranıyorsun.”

“Bunları söylemek için mi geldin buraya Emir?”

“Hayır. Arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm ve seni görmek istemiştim. Ama seni her gördüğümde içimde bir şeyler can çekişiyor. Sanki aramızda hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsun, okulun bitince burada kalmak istediğini söylüyorsun ve ben hayatında tam olarak neredeyim anlamıyorum açıkçası.”

“Hayatımda önemli bir yerdesin Emir ama benim burada kalmamın bizim arkadaşlığımızla bir ilgisi yok. Bütün yakın arkadaşlarım Türkiye’de ve onlar bana böyle bir tepki vermiyorlarken sen neden bu konuyu açıyorsun anlamıyorum. Sana yakın olmak için hayallerimden vazgeçmemi istiyorsan buna hakkın olduğunu düşünmüyorum.”

“Benim için hiçbir şeyden vazgeçmeni istemiyorum Duru. Senin hayallerini gerçekleştirmen benim için en az benim hayallerim kadar önemli. Ama yani, neden bu oyuna devam ediyoruz ki?”

“Ne oyunu?”

“Bu arkadaşçılık oyunu. Arkadaşlıktan çok daha fazlası vardı aramızda ve ben bunları görmezden gelmeyi senin kadar iyi başaramıyorum.”

“Emir.” dedi Duru derin bir nefes alarak. “Beni aramızdakileri görmezden gelmekle suçluyorsun ama aynısını sen yapmadın mı bana? Madem senin için vazgeçmek o kadar kolaydı, bunların konusunu bile açmayarak sana bir iyilik yapmak istemiştim sadece. Kaybedeceğini bildiğim bir tartışmaya sürüklemek istemedim seni. Ama istediğin buysa dilediğin gibi dökebilirsin içini bana.”

“Tartışmakla da kazanıp kaybetmekle de alakası yok benim söylediklerimin Duru. Vazgeçmenin benim için kolay olduğunu söylüyorsun, madem senin için o kadar zordu neden gelip benimle tek kelime bile konuşmadın?”

“Sen benimle hiç ilgilenmezken ne konuşacaktım seninle Emir? Bunu düşündün mü hiç?”

Emir derin bir nefes aldı. “Benim için ne kadar önemli olduğunun farkında değildim. Bana bu fırsatı daha önce vermemiştin ama bunun için de gerçekten üzgünüm. Ben o balo akşamı seni gördüğüm anda anladım bazı şeyleri. O akşama kadar o kadar çok şeyle boğuşuyordum ki hayatımda, seni de bu şekilde kaybedebileceğimi düşünememiştim. Hatırlarsan biz neredeyse dönem boyunca hiç görüşemedik. Senden uzak kaldıkça sana olan hislerimin değerini küçümsemiş olabilirim bunun farkındayım. Ama seni bir kere bile görmek yetti bana bunu hatırlatmaya. Sense son görüşmelerimizde hep sıradan bir arkadaşınmışım gibi davrandın bana. Yapmak istediğin bu mu gerçekten? Ayda yılda bir kere görüşmek, aramızdakiler sonsuza dek yok olana kadar arkadaşçılık oynamak.”

“Ben seninle arkadaşçılık oynamıyorum.” dedi Duru biraz kırgın bir şekilde. Beni ne kadar hayal kırıklığına uğratsan da sana değer verdiğim için seninle görüşüyorum. Ama sen bana aynı değeri vermiyorsan bırakabiliriz bahsettiğin bu oyunu.”

“Duru... Sana tabii ki çok değer veriyorum. Ama her şeyi düzeltmek mümkünken bana bir şans vermek yerine geçmişi önüme sürmen üzüyor beni. Ben geçmişi düşünmek değil geleceği kurmak istiyorum seninle. Ama geçmişe bu kadar önem veriyorsan bunun bir gerçek değil bir tercih olduğunu bil lütfen.”

Duru bir süre düşünceli göründü. “Sanırım biraz zamana bırakmalıyız aramızdakileri Emir.” dedi sonunda.

Emir birkaç saniye Duru’ya baktı, başını eğdi ve yavaşça ayağa kalktı. “Hesabı ödüyorum ben o halde.” dedi. Üzgünüm buraya gelip bunları söylediğim için. Bir süre birbirimizden uzak kalmak ikimiz için de en iyi seçenek sanırım.”

Duru bir şey söylemek için ağzını açtı ama diyecek bir şeyi yok gibiydi. Emir hesabı ödeyip kafeden çıkarken gözlerinden düşen iki damla yaşın sıcaklığı geçirdikleri iki akşamı hatırlattı ona. 



SON