Yeni almış olduğu bavulunu, yatağının üstüne koymuş kıyafetlerini özenle diziyordu Yavuz. Herkesin tatile giderken yanına kaldığı klasik eşyalardan kendisinin de eksik kalmaması için birkaç tişört, güneş gözlüğü ve deniz mavisi parmak arası terliğini de almış, bavuluna çoktan yerleştirmiş, hazırlığını tamamlamıştı. Bu gece, arkadaşlarıyla aylardır hayalini kurdukları tatil için yola çıkacaklardı. Yola koyulmaya saatler olmasına rağmen heyecandan yerinde duramıyor, sürekli bavulunu kontrol ediyordu. İyi para biriktirmişti. Kendi maaşından parayı düzenli olarak almış, neredeyse çok az harcamış, arkadaşlarıyla aylar öncesi yaptıkları tatil planı için biriktirmişti. Küçüklüğünde zar zor hatırladığı Fethiye’yi tekrardan görecek olmaktan heyecan duyuyor, mutluluktan annesinin yanaklarını öpüp sürekli küçük kardeşine sataşıyordu.


Yavuz, tüm hazırlığını yapmış; arkadaşlarının gelmesini evinin oturma odasında, eskimiş kanepede oturarak bekliyordu. Duvardaki dede yadigarı saate sürekli bakıyor, sabırsızlanıyordu. Beklemesi, sandığından daha kısa sürdü. Arkadaşlarından geldiklerine dair mesajı alır almaz ailesiyle vedalaşarak yeni almış olduğu bavulunu kapıp hızlıca boyası dökülmüş apartmanın merdivenlerinden sokağa indi. Bavulunu bagaja atıp arka koltuğa oturdu. Aracın sahibi Baki'ydi ve hemen yanında Sülo oturuyordu. 

İkisi de çocukluk arkadaşlarıydı. Kafaları bir türlü birbirleriyle uyuşmasa da bir şekilde iyi anlaşıyorlardı.


Ağzı kulaklarındaydı hepsinin. Yolda hepsinin sevdiği birbirinden güzel şarkılar çalınmış, bu şarkılar yorumlanmış; eski kız arkadaşlarından, flört ettiklerinden bahsedilmiş geleceğe dair iş planları değerlendirilmiş ve en sonunda futboldan -üçünün de Fenerbahçeli olmasından dolayı Fenerbahçe’nin halinden- uzun uzadıya konuşulmuştu. İki mola dışında hiç mola vermeden saatlerce gecenin o karanlık saatlerinde yol yapılmış, sabaha karşı otellerinde olabilmişlerdi.


Kayıtlarını yapar yapmaz odalarına girmiş, hızlıca yerleşmişlerdi. Ekibin en çakalı olan Baki en güzel yatağa, Sülo da en geniş dolaba yerleşmişti. Yavuz’un hiç umurunda değildi bunlar. O sadece maviliğin derinliklerinde kaybolmayı, nefessiz kalana kadar yüzmeyi, kavurucu sahilde saatlerce Yunan adalarını izlemeyi istiyordu. Onun için hayatının en güzel anları, yaz tatilinde geçirdiği birbirinden güzel vakitlerdi. Yaptıkları bir haftalık tatili, bir sonraki tatillerine kadar neredeyse sürekli konuşup yaptıkları tatilden, o yolculuğun verdiği hazdan ve -Yavuz hariç- otele onlar gibi gelen kızlardan konuşurlardı. 


Odadan çıkmaları kısa sürmüştü. Yürüme mesafesindeki denizin maviliğine hafif bir heyecanla yürüyorlardı. Baki ve Sülo güneşlenen bikinili sarışın kadına bakarken Yavuz bir an önce denize girmeyi planlıyordu. Bu yüzden, “Sizi bilmem ama ben hemen giriyorum arkadaş!” dedi.


Arkadaşının sabırsızlığına şaşırmıştı Baki. Ama aldırmadı. Alışmışlardı onun denizle olan arkadaşlığına.


“Oğlum, bir hafta buradayız ne acelen var?”


Yavuz hiç cevap vermeden aylardır belki de yıllardır hayalini kurduğu denize ve geçmişin tozlu raflarında kalmış  çocukluğuna koşuyordu.

Baki ise Sadece Sülo’nun duyacağı şekilde etrafı gezmeyi, bara geçip bir şeyler içmeyi teklif etti. Sülo’nun canına minnetti. Ne de olsa bir hafta buradaydılar. Yavuz’u denizle baş başa bırakıp oteli analiz etmeye, göz ucuyla güneşlenen sarışına bakarak geçtiler. İkisinin de aklından, “Ateş gibi Allah’ıma, ateş!” düşünceleri geçiyordu. 


Yavuz ise senenin tüm yorgunluğunu denizin berrak suyuna bırakmış, arkadaşlarından umudunu kesmişti. Şu an yüzmek dışında hiçbir şey düşünmüyordu. O, kendisini buraya ait hissediyordu. Küçüklüğünde bir tatili burada geçirmiş, o yıllardan beri buranın güzelliğini unutamamıştı. Birçok yere bazen ailesi, bazen iş yerinden birileri ve bazen de arkadaşlarıyla farklı tatil beldelerine gitmişti ama burası onun yüreğine dokunuyor, denizle baş başa kaldığında Yunan adalarına doğru uzun uzadıya konuşup hayatını tekrar sorguluyordu. 


O kadar çok ileri gitmişti ki nefes nefese kalmıştı. Sahilden epey uzaklaşmış, yalnız başınaydı. Zayıf kollarını hissetmiyor, incecik yüreği tokmak vuruluyormuşçasına atıyordu. Yorulduğunu anlar anlamaz denize kendisini sırtüstü bıraktı. Dostu mavi denize, onu nereye götürmesi gerektiği konusunda tam güveniyordu. Gözlerini kapadığında, içinde huzura dair bir şeylerin hareketlendiğini hissetmişti. Nefretini ve kinini sahile bırakmış, sadece mutluluğu yaşıyordu. Çocukluğu bile göz önüne geldi o heyecanla. Yüreği kıpır kıpırdı. Vücudunun derinliklerinde saklı olan duygular açığa çıkmış, yumruk kadar olan kalbi daha farklı atar olmuştu. 


Çocukluğunda ailesiyle buradaydı. Şu an gençti, arkadaşlarıyla buradaydı. Gün gelip yaşlandığında çocukları ve torunlarıyla yine burada; dostu mavi denizle sırt sırta olacaktı. 




Son