Elindeki kâğıda bir kez daha göz attı. Kontrol amaçlı yaptığı göz atmaların üçüncüsünü gerçekleştirmişti. Üçünde de aynı sonuca ulaşmasına rağmen bir aksiyon almamıştı. Dördüncü kez bakmamak için kağıdı çalışma masasının üstüne, onun yanına koydu. O ağır, o şangırtılı, o ahşap sandığın yanına. Tekerlekli çalışma sandalyesini geriye doğru itti ve ayağa kalktı. O ayağa kalksa bile sandalye durmadı ve odanın öteki yanına doğru tekerlekleriyle uzandı.


Önce çenesini kaşıyarak, sonra da turuncu renkli küt saçlarını kaşıyarak baktı önündeki sandığa. Üç kez kağıda bakmış olmanın yararını kullanarak, kağıtta yazan metni rahatlıkla gözlerinin önüne getirdi. Bana bir şey olursa, cenazem olduktan tam otuz gün sonra bu sandığı açmanı istiyorum. Kafasının içinde alıntıladığı o cümlede bu sefer zihin gözlerini gezdirdi. Problem sandığın açılamaması değildi, problem sandığı açmaktan korku duyması değildi, problem sandığın içinden çıkacaklar değildi. Kendisi de bilmiyordu problemin ne olduğunu. Bildiği şey problemin ne olmadığıydı. Kendisiyle sandık arasında bir metre gibi bir mesafe ya vardı ya yoktu. Mezuralarla ölçülü bir hayat olmamıştı onunkisi. Daha ziyade ağız ölçüleri ve hece ölçüleri onun eskiden ilgi alanına ve şimdiki meslek alanına dahildi.

Beril uzun yıllardan beri aynı yayınevinde editörlük yapıyordu. Kitaplara çok meraklı olan arkadaşı Talha da hikayesinin son noktasını koyalı otuz beş, Beril de cenazesinde tüm ailesiyle beraber onun kapağını kapatalı ise otuz gün oluyordu.


Nihayet o gün gelmişti. Arkadaşının son isteğinde belirttiği o günün gereği olarak sandığı açması lazımdı. Sürprizlerden hoşlanmayan biri olan Beril, Talha’nın ani ölümü yüzünden zaten dumura uğramışken bir de adamın böyle bir istekle gitmiş olması yüzünden gerildikçe gerilmiş, hayat ilerledikçe gerilemişti. Arkadaşının ölümünü anahtarlıktan anahtar seçer gibi aradı zihninde. Ölüm anını görmemişti, zihninde o anının anahtarı yoktu o yüzden. Hastanede doktor tarafından ölümünün onaylandığı an vardı aklında. Doktorun acı haberi bir robottan daha insancıl ama bir insandan daha robotçul vermiş olması, izlediği bir dizi olsaydı onu etkilerdi ama o anı yaşadığı için en son dikkat ettiği detay, doktorun duruşu olmuştu.

Beril için sandığın kilidi, bir el bombasının pimi gibiydi. Kilidi açtığı anda pimi de çekmiş olacaktı. Bombaya kıyasla bu durumu korkutucu yapan ise patlama sonucunda etrafa neyin saçılacağını bilmemesiydi. Şarapnel olmadığı kesindi. (mi?)


Daha fazla beklemenin bir faydası olmadığını haykıran gerçekçi yanı sayesinde harekete geçen Beril, cebindeki anahtar yardımıyla açtı sandığın kilidini. Kilit öyle gürültülü bir sesle açıldı ki Beril, kilidin birbirinden ayrılan uzuvları yüzünden çığlık mı attığını yoksa açılıp düşerek rahatlığını mı haykırdığını anlayamadı. Sandığın kapağını gıcırtılar eşliğinde yukarıya doğru kaldırdı. Hiçbir sarı parlak ışık kadının yüzüne yansımadı. Yüzünün durduğu açı yüzünden pencereden gelen ışık gözlük camlarından yansıdı.


Cansız eşyaların ortak tabutunda, önünde duran sandıkta olan şey… defterlerdi. Dört tane solda, dört tane sağda olmak üzere sekiz tane deri kaplamalı defter vardı. Defterlerden birini hemen eline aldı. Kapağın derisi üzerinde elini gezdirmekle ürperdi. Bir anlığına Talha’nın derisine dokunduğunu düşündü. Az kalsın defteri düşürecekti. Merakına fırsat vermeyip defterin kapağını araladı. Tükenmez kalemle yazılmış şiirler gördü. Sayfaları hızla çevirerek tüm sayfalarda şiir olduğunu teyit etti.

Diğer taraftaki dört defterin en tepesindeki defteri aldı eline. Onun içinde ise şiir yoktu, paragraflar vardı. Bir pasaj okumasıyla öykü olduklarına karar verdi. Kalan defterleri de hızla kontrol ettiğinde, hepsinin aynı renkte tükenmez kalemle yazılmış yapıtlar olduğunu anladı. Son defteri de kontrol ettikten sonra fark etti sandığın tabanıyla defterin arasında sıkışmış, anca şimdi gün yüzü gören kağıdı.


Zarfı olmayan bir mektupla karşı karşıyaydı. Okumaya başladı. İlk kelimede dikkatini çeken şey bu kağıttaki yazının defterlerdeki yazıları yazan kalemle değil başka renkte bir kalemle yazılmış olduğuydu.


Sevgili Beril


Bunu okuyorsan otuz gün geçmiş demektir. Ölümüm doğal yolla mı oldu, yoksa görece erken mi gittim bilmiyorum, orası beni ilgilendiren kısım değil. Burası da beni ilgilendiren kısım değil ama az önce gördüğün defterleri ilgilendirdiği için yazıyorum bunu. Evet, arkadaşlığımız boyunca bir şeyler yazdım. Sana da söylemedim. Bir editör olduğun için yazdıklarımı bilmen durumunda ve bir gün bir şekilde yazdıklarımı okuman durumuyla, yaşayan ben ile konuşmandan korktum. Yazmak bence okumaktan daha mahrem bir şey. Yaşarken, yazarların yaşarken yazdıklarını çevreleri ile paylaşmalarına hep hayrandım. Ancak hayranlığımın hiçbir zerresi cesaretime yaramadı. Cesedime yarar belki. Bu defterlerde üç şiir, üç öykü ve iki de roman eseri var. Bu mektubu okuyan olarak, bu yazılanlara ilk tanıklığı sen edeceksin. Senden istediğim ise bunu diğer insanlarla paylaşman. O gün ya da yarın, bir zamanda, eline fırsat geçtiğinde bu eserleri yayınlatabilmen senden son isteğim. Eğer bir gelir sağlanırsa da ne yapılacağı tamamen sana kalmış. Senden tek istediğim, yazdıklarımı diğer insanlarla paylaşman. Sırt üstü yatmayı hiç sevmediğim için insanlar zaten arkamdan konuşacak. O yüzden kitap hakkında söylenecek şeyler, duyabilecek olsam da umurumda değil. İşini hep sevgiyle yapan biri oldun. Bu öyle güçlü bir sevgiydi ki kalbine sığmadı taştı, bana da sıçradı. Senin sayende başladım yazmaya. Senin sayende yayınlanmalarıyla da yazdıklarımın yazım döngüsündeki sona ulaşacağını umuyorum. Senin deyiminle, “Kelimelerin gücü adına!”


Kağıt elinden kaydı ve çıktığı yere geri düştü. Beril yere düşecek gibi oldu ama sandalyenin yakınında olmadığını hatırladığı için kendini toparladı. Gerçek olup olmadığını kontrol etmek için defterlerden birini kontrol etti.


Gerçekti, şiirler yazıyordu gerçekten defterde.


Sandığın açılmasıyla ortaya çıkan bu mektup, Beril’in de zihnindeki soruların kilitlerini açtı. Açılan kapılardan döküldü tüm cevaplar. Talha ile ettiği sohbetler birer birer parladı. Yaptıkların sohbetlerin hemen hepsinde edebiyat konuşmuşlardı, son dört yıldan beridir. Ondan önceki altı yıl süresince her türlü konuşmalar eşit oranlarda kendilerine yer bulurken bir gün, edebiyat gizi gizli domine etmeye başlamıştı aralarındaki diyalogları. Beril bunu olumlu anlama yormuştu ama bu biçimdeki bir olumlu anlama yormamıştı. Talha’nın gösterdiği belirtilerin okuma sevgisinin değil yazma sevgisinin belirtileri olduğu gerçeği, Beril’i etkiledi. Teşhisi koymak için çok geç kalmıştı.


Tanık olduklarını tek başına kaldıramayacağını fark edip bir yardımcı doldurmak için buzdolabına doğru yöneldi. Yiyeceklerin yaşam destek ünitesinin alt kapısını açıp şişelerin arasından birini aldı. Raftaki en gösterişsiz bardaklardan birini seçip şişenin içindeki şeffaf sıvıyı doldurdu bardağın sonuna kadar. Ancak bardağa hızla dökülen sıvı öfkeden köpürdü ve bardağın üstünde kabarcıklardan bir kapak oluştu. Sıvı, bardağına alışınca sakinleşmiş de oldu ve köpükle kabarcıkların hepsi ortadan kayboldu.


Bardağın yarısını içti, kalan yarısının ise çıkardığı sesleri dinledi. Karışık meyveli olduğunu biliyordu içtiği gazozun ama o kabarcıkların içine hangi meyvelerin karıştığını bilmiyordu.


 Alkol bağımlısı arkadaşları tarafından tercihleri yadırgansa da bir şeker bağımlısı olarak kendini onlardan eksik hissetmiyordu. Toplum kendini ona yakın hissediyordu ama onlar da kendilerini şeker bağımlısı olarak adlandırmıyordu. Beril, bardakta kalan yarıyı da içtikten sonra bardağını yineledi. Şişeyi yiyeceklerin yaşam destek ünitesine geri koydu. Boşta kalan bardağı lavabonun içerisine koydu ve çalışma odasına geri döndü.

Birilerini arayıp haber vermeden önce defterleri okumalıydı. Hepsini okumanın uzun süreceğini düşündü. Öykü ya da roman okuma havasında da olmadığı için eli şiir defterlerinden birine gitti. Sandalyesinin bu iş için fazla rahat olduğunu düşündü. Kitaplığın karşısındaki, salona yenisi alındığı için sürgüne gönderilen eski koltuğu seçti. Çalışma odasında bu üç şeyden fazlası var denilemezdi.


Yaşlandıkça yumuşayan insan koluna tezat olarak yaşlandıkça sertleşen koltuk koluna koydu defteri. Sol ayak bileğini sağ dizinin altına koyacak şekilde oturdu. İlk defa, yaşadığı bir duygunun koltuğun verdiği rahatsızlığa karşı kazandığını fark etti. Yazılanları o denli merak ediyordu ki, koltuğun can sıkan, cızırtı çıkaran yaylarını duymuyordu bile.


İlk şiiri okudu objektif olmaya çalışarak. Defterin herhangi bir yerinde Talha’nın adının yazmıyor olması ona yardımcı olmadı. Şiir onun üzerinde herhangi bir duygu uyandırmadı; ortalama da denilemezdi. Altında tarih yazmasa da ilk yazdıklarından biri olduğunu düşünerek bir diğerine geçti. Diğeri de bir sonbahar esintisi gibi geçti gitti. Etrafında ondan başka bir esinti olsa dahi ne bir çakmağı yaktıracak ne de bir yelkeni dolduracak kadar güçlü bir esintiydi. Geçtiğini hissetmedi bile. Diğer şiire geçti.

Defterin yarısına geldiğinde ilk sayfadan beridir hissettiklerinin hiçbir şekilde değişmemiş olması onu etkiledi. Kafasında kurmaya başladığı o soru, zihninin kenarındaki o masada açılmayı bekliyordu. Ancak Beril diğer defterleri açmadan, o sorunun sandığını açmayacaktı.


Tüm defteri okumayı bitirdiğinde elindeki defteri yavaşça koltuğun kol kısmına koydu. Kafasını geriye doğru bırakıp tavana bakmak istedi. Arkadaşının yıllar boyunca uğraştığı ve emek verdiği tüm o şiirler… iyi değildi. Bunu o an sesli olarak itiraf etmek istese de yapamadı. Yıllar boyu beklediği bir şey karşısında hayal kırıklığına uğradığında hissettiği duygulara benziyordu o an hissettikleri. Tam olarak aynısı diyemiyordu ama kesinlikle benziyordu, emindi.


Saatler geçti Beril diğer defterleri okurken. Yüzünün biçimi, internette dolaşırken ürkünç görüntülere ya da anlamsız yazılara denk geldiği vakitte olduğu gibiydi. Eğer alışkanlığını bırakmamış olsaydı okurken tırnağını kemirmeye başlayabilirdi bile.


Bağlamsız ve manasız metinlerdi yazdığı öyküler. Dil kurallarına uygun yazılmış olması bir artı olarak sayılabilirdi. Artı hanesine ekleyebileceği başka bir unsur bulmakta zorlandı. İsimler orijinaldi, birkaç benzetme fena sayılmazdı. Ne düşündüğünü fark edince kendine ufak da olsa bir tokat atmak istedi. Talha’nın arkadaşı olan yanı, önündeki defterlerde yazan metinler hakkında düşündüğü her olumsuz yorumda sızlıyordu. Ona karşı hakaret ediyormuş gibi hissediyordu. Bir de editör yanı vardı onun bu sızılarına merhem olan. Mesleğinde o güne gelene kadar onlarca yazarın ilk eserlerini okumuş ve hepsine karşı onlarca ret mektubu yazmıştı.

Talha yazdığı sekiz defterin sekizinin de yayınlanacağına güvenmiş olmalıydı. Böyle bir güvene karşı defterleri sandıkta mahsur bırakmak ve çürüyüp gitmelerine göz yummak Beril’e doğru gelmiyordu. Yayınlamak da doğru gelmiyordu, yine de bir mecburiyet hissediyordu. Gözlerini kapadı kadın ve mırıldandı. “Bana bunu yapmak zorunda mıydın be Talha?” Gülmeden edemedi. “Gitmeden önce son numaranı da yaptın. Keşke bir ruh olarak çıksan şuradan, bunun yaptığın son eşek şakası olduğunu söylesen.”


Fakat geçmişte yaptıkları edebiyat konuşmaları Beril’e bunun bir şaka olmadığını kanıtlar durumdaydı. Ayağa kalkmak ve çalışma odasında dolanmak zorunluğu duydu. Ayaklarının açılması, kan dolaşımının hızlanması, bir şekilde Beril’e doğru kararı aldıracak bir fonksiyonun gerçekleşmesi gerekiyordu vücutta. Yazılanları onunla beraber gömmeli miydi yoksa yayınlamalı mıydı?


Yayınlarsa insanlar bunları okuyacak ve birçok insan Beril gibi düşünecekti. Hatta kadından daha acımasız olacaklardı çünkü hayatlarında Talha’yı hiç tanımamış olacaklardı. Yazar özentisi deyip, satılan kitapların rafındaki bir sonraki rafa geçeceklerdi. Bir yandan ise, her şeyde olduğu gibi Talha’nın yazdığı eserlerin de sevenleri çıkacağından emindi. Belki azınlık olacaklardı ama olacaklardı. Bu kumarı oynamaya değer miydi? Fotoğrafının altına iki yüz kelime yazmaktan aciz insanların yazdığı kitaplar kapış kapış giderken Talha’nın kitapları da tıpış tıpış satabilir miydi?


Odanın içinde dolanması ona ‘o fikri’ vermedi ama balkona çıkması gerektiğini anlamasını sağladı. Çalışma odasından çıkıp balkona doğru yöneldi hızlı adımlarla. Balkonun beyaz renkli kapısını açtı ve soğuk havayla sürekli haşır neşir olmaktan buz gibi olmuş fayansa çıplak ayaklarıyla bastı. Üst üste binmiş iki plastik sandalyeyi, üstündekini yukarıya doğru çekerek ayırdı ve elinde kalanı balkon masasının arkasına koydu.


Kısa kollu tişört nedeniyle açıkta kalan kollarının, şortu yüzünden açıkta kalan bacaklarının ve çorap giymeye üşendiği için açıkta kalan ayaklarının üşüyor olmasını hissetmiyordu. Sandalyede geriye doğru yaslandı ve karşısındaki enfes manzaradan bir fikir bulabileceğini düşündü. Tıpkı kendisinin oturduğu gibi olan, aynı yükseklik, benzer renk tonlarında ve aynı balkon tasarımına sahip bir başka apartman. Karşısındaki apartmanın çatısı ve kendi balkonunun tavanı arasında azıcık da olsa bir gökyüzü görünüyordu. Son anda kapanmaktan vazgeçmiş bir kapının aralığı kadar olsa da gökyüzü gökyüzüydü. Onlarca fikrin saklandığı ama kendilerini ufak pırıltılarla da olsa belli ettikleri fakat şehrin ışık kirliliği yüzünden insanların göremediği ve dolayısıyla da kimsenin onlara ulaşamadığı fikirler… Beril onlardan birini arıyordu.


Beş dakikaya yakın bir süre boyunca heykel gibi durdu orada. Beşinci dakikadan sonra soğuktan donduğu için heykel gibi durmasına gerek kalmadı, istese de hareket edemedi. Salondan içeriye üstünü değiştirmek için dönme isteğine karşı direndi. O fikre çok yakın olduğunu hissediyordu ve onu bulmadan bilgisayarının başına dönmeyecekti.


Kum saatinin taneleri teker teker düştü. İki tarafta da eşit miktarda kum olduğu an Beril gözlerini açtı. Saat durdu, ışıklar söndü, yıldız parıldadı, fikri geldi.


Aylar önce yayınevinin, satacağı konusunda şüphe duyduğu eserin satışlarını garantilemek için bulduğu yöntemi hatırlamıştı.


Yazarın ölü olduğunu vurgulamaktı olay. Özellikle intihar ettiğini söylemek… Bunu kitabın iç kısmındaki biyografi kısmına koymak başkaydı kitabın ön ve arka kapağında olabildiğince vurgulamak başkaydı.


Fikrini bulmasıyla sevinen Beril hemen salona geri döndü ve ideal sıcaklıkta olan odanın havasına sarıldı. Salonun havası onu ısıttığı sırada bu fikir üzerine biraz daha düşündü. Daha önceki o olayda yaptıkları bu taktik işe yaramıştı, kitaplar satmıştı. Tabii kitabın iyi olmasından mı yoksa yazarın ölü olduğunu vurgulamış olduklarından mı kitabın iyi sattığını tam olarak anlayamamışlardı ama işe yaradığına yormuşlardı.


Çalışma odasına girdi ve telefonunu eline aldı. Yayınevindeki arkadaşına, yarın buluşmak ve ona eserleri gösterip kafasındaki planı anlatmak için randevulaşmak amacıyla mesaj attı. Arkadaşı kabul ettiğinde Beril gülümsedi ve sandıktaki defterlere baktı. Sekiz defterin sekizini de yazan kişi arkadaşı olduğu için okumuştu. İnsanlar ise artık konuşamayacak bir adamın son sözleri olduğu için okuyacaktı.


Kitapların sekizi de aynı anda baskıya gitti ve kitapevlerin raflarına aynı anda düştü. Hem kitabın kapağında hem de sosyal medyada vurguladıkları olay işe yaradı. İntihar eden yazar olgusu insanların prim yapabileceği bir konuydu. Birçok okur kitapları alıp, intihar eden yazarlarla alakalı görüşlerini paylaşıp dolaylı olarak da kitabın reklamını yaptı. Kulaktan kulağa, profilden profile yayıldı kitap ve satış rakamları Beril’in tahmin ettiğinden bile fazla oldu.


Geçen süre iki ay olduğunda Beril kaldırımda yürüyordu. Telefonun ekranını tam kapatacağı esnada bir mesajın bildirimi gelmişti. O gün mesaj attığı arkadaşı kitaplardan birkaçının ikinci baskıya gideceğini yazmıştı.

Beril adımlarını durdurmuştu mesajı okuduğu an. Gözleriyle sabit ekrandaki mesajı bir daha okumuştu. İnsanlardaki bu ölmüş yazar sevgisinin işi bu noktaya getireceğini tahmin edememişti.


Bir yandan birçok okur da vardı yazarın durumuna bakmadan eseri eser olarak değerlendirip Talha’nın yazdıklarını yetersiz bulan. Beril’in tahmininin aksine onlar azınlıkta kalmıştı. Aynı anda hem ısınmış hem de üşümüş gibi, iki zıt duygunun kendi içerisinde zuhur etmesinin zıtlığını yaşamıştı kadın kaldırımın ortasında. Talha’nın isteğini yerine getirip kitapları yayınlattırabildiği için memnundu ancak bu tarz bir yöntemle onun kitaplarını bastırabilmiş ve sattırabilmiş olmalarına karşı Talha’nın ne düşünebileceğini tahmin edememişti. Bir yolunu buldukları için sevinir miydi yoksa yazdıklarının rağbet görmesinin nedenine karşı bir üzüntü mü duyardı? Beril emin olamamıştı. Asla emin olamayacağı için üzerine düşünmekten de orada vazgeçti.


Kimisi sevse de kimisi karşı da olsa malum gerçek ikinci bir güneş gibi gökyüzüne asılı haldeydi ve tüm parıldayışıyla da belirgindi.


Pazarlama her şeydi, kitaplar için bile. Doğru kampanyalar ile her şey çok satabilirdi, yeterince iyi olmayan eserler bile.