Yazmanın inanılmaz büyüsü. 

Yazarak duygu ve düşünceleri dünyaya açmak ne güzel. Bu güzel buluşla neler yapabilirim? “Şairiz ve iç duygularımızı çoşkulu yaşıyoruz. Heyecan dorukta olduğundan hayatımız serüvenlerle geçer ve bir serüven yaşamış olmak duygusu ruhumuzu diri tutar. Sıradanlığı sevmeyiz. Maceraya açık, yenilikleri denemeye bayılırız. Her gün geçtiğimiz yolları değiştiririz. Yeni yollardan geçmeyi severiz. Sokakları, caddeleri keşfederiz. Keşif ilhamı bizi yazıyla buluşturur; gördüğümüz güzellikleri unutmamak istercesine kayda almak isteriz. Sait Faik Abasıyanık’ın “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son bölümü şöyledir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”  

Yazdıkça içindeki o irini, o kanı akıtmış oluyorsun. Canın ne zaman istiyorsa o zaman yazmalı. Düzenli veya düzensiz. Ama yazıyla irtibatın kopmadan sağlam bir zeminde olması iyi gelir ruhumuza. Uyuşan zihin açılır, düşünceler bir kez kâğıt üzerinde altın gibi işlenir ve serbest bırakılır. Uykudan uyanınca yüzümüze suyun değdiği ilk ân gibi yazmaya başladıkça ayılırız.  

 

Düşünmek, düşmeden. 

Günlük hayata tesir eden düşüncelerimizden inanılmaz etkileniyoruz. Herkes gibi ben de etkileniyorum. Gözlerimin maruz kalmaması için ağlamaya; mimiklerimi değiştirip odanın içinde yürüyor, pencereden bakıyor, ayağa kalkıp bir bardak su içiyor ve spor yapıyorum. Aynaya katiyen bakmıyorum. Baksam ağlarım biliyorum.  

Nasıl anlatayım bilinmezliğiyle İçimden taşıp da fışkıran ilk cümle hayal kırıklığına uğratıyor beni. “Neden düşünüyorum onu.” 

 

Düşünmek iyidir kafayı açar ama çok düşünmenin bir yere götürdüğü yer varsa orası da hepimizce malum. Bir konuyu, olayı, durumu, kişiyi, anıyı düşünmek genellikle yıpratıcı ve yorucu olur. Sanki tonlarca ağırlığı taşıyan bir yük kamyonunun bütün yükünü üzerinde hissediyorsun. O ağırlığın altında ezilirsin. İnsanın göğsünü daraltan, canını sıkan bir ruh hâli. Sıkı can iyidir kolay çıkmaz derler bunun gerçek hayatta bir karşılığı yok gibi. 

 

Güçlü duygular; ürpertir... 

Duygularımı güçlü hissediyorum, ürperiyorum. 

Belli ölçüde değil, çok güçlü bir biçimde duygularımı, yoğun ve uç noktalarda yaşıyorum. Yaşantımın dinamiği, (siyah-beyaz) sürekli değişiyor. Hava durumu değişikliği gibi sürekli havam değişiyor. Sabah güneşliysem öğlen, havam bozuyor; bulutlu, kapalı oluyorum. Akşam da yağmurlu olabiliyorum. Değişken bir ruh hâlim var. Ne yaşıyorum ben dediğim ânlar, bu kadar güçlü duygular beslemek zorunda değilim ki diyorum. Kırılmama neden olan şeylerin duygularımın olması hüzünlendiriyor beni. Sarsılıyorum kalpsiz insanların arasında. Hissizlik nasıl bir zemin hazırlıyorsa duyguları yoğun hissetmek de kaygan bir zemin. Ama ne yapabilirim ki insan kalbine aklı gibi komut veremez nihayetinde kalbimiz elimizde değildir. Hissettiklerimin karşılığını tam anlamıyla göremiyorum. Bu da kendi içimde bir çatışmaya neden oluyor. Çok düşününce; üzüntüyle yakınlaşıyoruz. Hissettiğimiz şiddetli duygular ve onların meydana getirdiği, geçmeyeceğini hissettiğimiz ıstırap, düşünmenin yoğunlaşmasına yol açıyor. Çok düşünmeye eğilimli, düşünceden düşünceye atlayan kişiler, zeki insanlarmış. Bu bilgi rahatlatmıyor beni. Nihayetinde en çok yıprananların da zeki insanlar olduğu bilgisine sahibim. Hangi zaman dilimleri çok düşünüyorum? Yanıt: “Kendimle kaldığım zamanlar.” 

Dışarıdaki hayat çok hızlı bir şekilde akıyor. Sosyal hayatın içinde aklıma gelmiyor; incindiğim şeyler, unutturulup benden çekip alınıyor sanki. O ânlar rahatlıyorum. Huzurlu hissettiğim ânlar için sonsuz teşekkür ediyorum. En çok içe dönüşler de zorlanıyorum. Güçlü duygular beslemek de istemiyorum. Ama öte yandan bakınca hayat buna itiyor. En nihayetinde insanız ve her şeyden etkilenebiliyoruz. Bir de şairsek, seçilmiş insanlar gibiyiz bir nevi. Diğer insanlardan güçlü duygular besleyen, duyumsayan, hisseden yönümüz yoğun ve baskın.  

Şairlerin dünyası; heyecanlı hâlleri, esinlenmesi, içgörüsü, coşkuyu yaşama biçimleri, şiirsel dili, görsel ve işitsel duyuşu başka olduğu bilgisi ve şiir yazarken “bilincin dışa çıkışına izin vermiş olmak” duygusu bir parça rahatlatıyor beni. Zihnimdeki olumsuz düşünceleri baskılamıyorum ama olumsuz olanları ölümsüzmüş gibi çok dert edip düşünüyorum. Düşüncelerin de kader olabildiğini gözlemledim. Çünkü düşüncelerimiz gerçekleşir ve hayatımız olur en sonunda. 

 

Düşüncenin Gücü... 

“Hayattaki mutluluğumuz düşüncelerin çokluğuna değil, kalitesine bağlıdır.” “Her şey düşüncene bağlı, düşüncen de sana” diyordu Marcus Aurelius. Düşünce Gücü. Beyin gücü inanılmaz bir şey. Yaratıcının mükemmel sanatı. Beynimizin işleyişi muhteşem olduğu gibi girift bir yapıya sahip. Bu kadar yıl yaşanmışlığı sığdırdım. Mesele: Şimdi bununla ne yapacağım! Teorik bilgi tamam peki ama bunu pratik bilgi olarak hayata nasıl uygularım? Marcus Aurelius’un da dediği gibi: “Düşünce süreçlerimizde ne kadar fazla düşündüğümüzden çok bu düşüncelerin yaşamımıza ne kadar katkı sağladığına bağlı.” Okuduğumda çok şaşırmıştım bu bilgiye. Konsantrasyonu dağıtan, odağımızı bulanıklaştıran her şeyi bir kenara bırakarak düşüncelerimiz aracılığıyla yaşamımıza katkı sağlayacak eylemler üretmek işlevsel düşünme ne kadar ‘fazla’ ya da ‘az’ düşündüğümüzden çok, zihnimizdeki herhangi bir düşüncenin yaşam deneyimlerimizde bize ne kadar fayda sağladığıyla, düşüncelerimizin işleviyle ilgili. Özellikle kontrolümüz dışında olan durumlarla baş etmeye çalışırken somut ve net sonuçlar elde etmemize yardımcı olan, toksik ve üretkenliği engelleyen bütün düşüncelerden uzaklaşmamıza ve yapıcı eylemler için harekete geçmemizi sağlayan bir işlevsel düşünme.  

 

Düşün ama işlevsel düşün. 

Beni en iyi anlayan, yaşamdaki önceliklerimi en iyi bilen kendim olduğum için. Çocukluk deneyimleri, yetiştirilme tarzım ve onlarca yıllık yaşam deneyimlerim düşünce kalıplarımın bağlamında belirleyici oluyor. Düşünürken, acele etmeden, belirli bir zaman dilimi içinde karar vermem, yaşadığım sorunla ya da zihnimi meşgul eden şeyle ilgili aksiyon almamayı seçmenin de benzer bir süreci içermesi gerektiğini unutmamalıyım. 

Herhangi bir konu üstüne derinlemesine düşünmek, durumu daha iyi anlamama, kabul etmeme ve değiştirmek isteyip istemediğimi anlamam konusunda yol gösteriyorsa işlevsel bir düşünmeye dönüşüyor.  

Bir itiraf: gamsız olmayı çok isterdim. Aşırı düşünmek, insan doğasında var, ilkel beynin savunma mekanizmalarından biri, bir zayıflık değil. Güçlü duygulara sahip olmak; acımasız, zorlu, kaotik bir dünyada yaşamanın mümkünü belki de. Bu yüzden kendime karşı merhametli, nazik, sabırlı olmaya gayret etmeye devam etmeliyim diyor iç sesim. Ruhumu bir şekilde teskin ediyorum. 

Nefes alıp verebilmenin şükrü ve tesellisi çok büyük. Yaşıyor olmak ve varlık çok derin. “Tedbili mekânda ferahlık vardır” kabilinden mümkünse melankolik, karamsar gelen, kaos ortamlardan kendimi uzaklaştırırım. 

Eğer gece olmuşsa; o ân imkânım yoksa bulunduğum ortamı değiştirmeye, uyumaya çalışıyorum. Uyuduğumuzda düşünmeyiz. Müzik dinleyerek uyuya kalmak ruhumu dinlendiriyor. 

 

Hatırlamanın acıtmadığı: kabul. 

Canımı sıkan şeyleri unutmak istiyordum. Anladım ki: “Unutmak zorunda değilim kabullenmem gerekir diye bir aydınlanma yaşadım. Kabul üzerine düşündüm. Kabullenmek unutmaya çalışmaktan daha zor olmalı. Ama sonra zaten istesem de unutamayacağımı, bunlarla yaşamaya alışmam gerektiğini anladım. Unutmanın mümkün olmadığını; hatırladığında acıtmaya başlamaması gerektiğini fark ettim. Kabul etmek tahmin ettiğimden daha çok zordu. Nihayetinde kabul edemediğim her duygunun saldırısının daha büyük darbelerle geldiğini gördüm. Ben kabullenmedikçe bıçak daha derine iniyordu. Kurşun daha ağır geliyordu. Kan daha sıcak akıyordu. Ruh daha çok yıpranıyordu. Oysa kabullenmek ne büyük özgürlük! Vazgeçmek nasıl bir iyilikmiş anladım. Yaşadıklarımı yok saymadan yaşamak ve onlarla ne yapacağının yollarını bulmak. Kendini bir biçimde disipline etmek. Bunları öğrenmeye çalıştım.  

Saklambaç oynayan o küçük kız çocuğusun hâlâ. Bulunamayan, ama bulunmak isteyen. İşin büyüsü de biraz bu galiba. Bulunamadan büyüyorum... 

 

Kalbin bilgisi: hissetmek 

Buz dağının görünmeyen kısmında: İnsanın kalbine ve aklına söz geçiremiyor oluş bilgisi de bir hakikat. Kalbi ve aklı aynı hizaya getirmek; ikisinin de gönül birliği yapması her zaman mümkün olmuyor. 

Bütün bu bilgiler ışığında: 

Düşün ama işlevsel düşün! 

Hisset ama ölçülü hisset! 

Yaşa ama kabullen! 

Yaz ama büyünü yitirmeden yaz!