Ülkenin birinde, bir kadın yaşardı, 

Dünyayı, insanları merak ederdi, önemserdi...


Kimseye haksızlık etmek istemezdi...


Konuşmak, kendini anlatmak, olayları derinlemesine analiz etmek her şeyi çözer sanırdı...


Ama çok emekler sonucunda çözmediğini anladı...


Organize İşler filminde, Erdal Tosun, oradaki hiç konuşmayan adam rolünde, bir gün ona neden konuşmadığı sorulduğunda, "çok konuştum, bugüne dek bir işe yaradığını görmedim" demişti. Kadın da böyle hissediyordu...


Sonra konuşacak, dertleşecek biri kalmadı, o yalnızlığın içinde, düşünmek, dinlemek değer verdiği sanatçıları, bilim insanlarını, ve yazmak...Başlıca yaşam faaliyetleri oldu...Mektuplar... Yazmasa deli olacaktı...


Yazmak, tek yönlü bir eylem... Okuyan insanın ne düşündüğünü bilmeden, onu tanımadan...


Kadın iletişmeyi önemsiyordu, oysa yazmak bir duvarla tenis oynamak gibi...Düşüncelerin çarpıp çarpıp sana geri döndüğü bir tenis maçı...


O yüzden bir yanıt alabileceği kanlı canlı bir mektup arkadaşı olduğunda, belki de fazlaca bir beklenti içine giriyordu kadın...


Kadın bir eşiği atlamaya çalışıyordu, o güne dek yaşadığı tarihi silerek... Yıllar öncesinde alınmış hediye bir kalemi bile atamazken, her şeye fazlaca anlamlar yükleyerek bir yerlerde saklamaya çalışırken, kendini tüm tarihini silmek durumunda bulmuştu, hem de hayatı boyunca değer verdiği tüm kavramları yok etmek durumunda kalarak...


Ya o kavramlar kazanacak, kadın ölecekti, ya da kavramlar ölecekti...


Bu kararın kıyısında boğulan kadın, elbette güvenmek istiyordu, ama herkes aynı sularda yüzmüyordu, güvenmek zaman gerektiren bir meseleydi ve yazmak tek yönlü bir eylemdi...


Kadının bu sürecinde hayatına dahil olan kimler varsa, ve bu duygular onlar için bir yük oluşturduysa, af dilemekten başka şansı yoktu.


Çünkü güvenmek ya da güvenmemek, yazmak ya da yazmamak...


İşte, bütün mesele buydu...