Birinci sokakta buluşup üçüncü sokağa doğru koşar adım uzaklaştılar. Üçüncü sokağa girdiklerinde her yer is, her yer karanlıktı. Birbirine sokulup yedinci sokağa saptılar. Üçüncü sokaktan yedinci sokağa girdiklerinde is kokusu üzerlerindeydi. Kokuya aldırış etmeden sokaktan çıkıp yöneldikleri patika yolda, onları çevreleyen yaprakları sararmış ve dökülmüş ağaçlar gözlerini onlara dikmiş gibiydi. Onlar ise gökyüzüne doğru uzanan bu yolda yürümüyor, adeta ağaçları izliyordu. Kuru yaprakları dökülen ağaçlardan eser kalmadığında kendilerini düz bir yolda buldular. El ele yürüyen bu iki insan yol mesafesine aldırış etmeden birbirini izliyordu. Zamanın ve mekanın öneminin yitirildiği bu yolun sonunda buldukları yer, bir insanın kendini ifade etme zorunluluğu hissetmediği bir göl kenarıydı. İnsan kalabalığından uzak bu yerde, yarının olmadığını bilmek onlara acı verse de hayatın geri kalanının o ana sığdırılmış gibi zaman geçirmek onlara kafi idi. Onların masumiyeti ve yüzlerindeki birlikte olma sevinci, yaktıkları ateş gibi etrafa saçılıyordu. Son kez bu gölün kenarında oturduklarını bildikleri halde onların içini ısıtan, bu anın sonsuza dek içlerinde saklanacak olmasıydı. Avuçlarındaki ilk anın sıcaklığı ile son anın sıcaklığı arasında fark olmadan, el ele tutuşup gölün sessizliğine daldılar...