Otobüsün hareket saati gelmişti. Her gelene "Buyurun, yolculuk nereye?" diye soran bilet satıcıları, şehrin bütün günahını emerek simsiyah olmuş karolar, herkesin birbirine gidecekleri şehirlerin uzaklığı kadar uzak oluşları, bekleme salonlarında ağızları açık uyuyakalan yolcular... Sonunda bu kargaşadan uzaklaşacaktım. Bedenimi, hatta bütün ruhumu uykuya teslim etmiştim. Otobüse biner binmez uyuyakaldım. Bir polisin beni dürtmesi ile uyanmıştım. Diğer bütün yolcuların bana bakıyor olmasını düşünüp derin bir korkuya kapıldım. "Kimlik kontrolü var beyefendi. Kimliğinizi alabilir miyim?" diye sordu polis memuru. Alamazsınız diyebilme ihtimalim var mıydı? Buna mecbur bırakılmıyor muydum? O halde niçin rica ediyordu ki? Günlük hayattaki samimiyetsiz cümleler midemi bulandırıyor. Poşet alabilir miyim, samimiyetsizliği kusacağım. Kimliği veriyorum. Sırayla bütün yolcuların kimliği toplanıyor. Aşağı iniyor polis. Biz bekliyoruz. Kapıda bekleyen muavinin yanına gelen bir başka polis, konuşmak istiyor onunla. Yolculuk nereye sorusu ile başlıyor konuşmaları. Düşünüyorum, bunu neden merak ediyor ki? Otobüsün önündeki, hemen yanındaki tabelada yazmıyor mu? Neden gereksiz kelimelerle bozuyoruz gecenin sessizliğini? Muavin isteksiz cevap veriyor. Acaba benim sorduğum soruyu sormuş mudur içinden? Sana bir soru soracağım, diyor polis. "Bakalım bilebilecek misin?" Antep fıstığı nerede yetişir, diye soruyor. Ne anlamsız bir soru. Genç muavinin toyluğunu hesaba katan biraz yaşlıca şoför Antep elbette diye cevap veriyor. Soruyu sorarken cevabı yalnız kendisinin bildiğini düşünen polis, haklı çıkışının heyecanı ile biraz mağrur bir edayla:"Hayır, olur mu hiç? Maraş. Maraş'ta yetişir, diyor. "Bal nerenindir peki?" Kendisi cevaplıyor, soruya cevap verilmesini beklemeden. Hakkari'nin balı üstüne tanımam. Et, et de öyle bak. Onaylıyor onu şoför. Sohbetin bayağılığını düşünüyorum. Hayır, yanlış anlamayın, küçümseme asla yok. Sıradan tekdüze yaşamda bunun gibi nice sohbetler ediyoruz. Polis, bunları bildiği ve karşıdakinin bilemeyeceğini düşündüğü için soruyor. Şoför ve muavin ise umurlarında bile olmadan dinliyor. Birazdan kimlikler gelecek, tekrar yola çıkılacak ve bu sohbet hiç yapılmamış gibi yaşam devam edecek. Polis aynı soruları başkalarına sormaya, başkaları onu dinlememeye devam edecek. Sohbeti başlatmak için sorulan gereksiz soru, sırf zorunda olduğu için karşısındakini dinleyen diğerleri, anlamsız sorular... Günlük hayatta ne kadar yapmacık oynuyoruz rolümüzü. Hayır, bu piyesi hiç beğenmedim. Her gün oynanan oyunlardan bıktım artık. İnsanların bu tekdüzeliğinden, samimiyetsizliğinden bunalıyorum. Bütün bu konuşmaları ruhuma yabancı buluyorum. Oysa neden benim dışımda kimse rahatsız olmuyor bu durumdan? Belki de ben bu oyunun seyircisi olmamalıyım. Oyunda yer kalmamış bir karakterimdir belki. Hayır, benim de repliklerim var. Kelimeler, kelimelerim... Ortaya saçılan harflerden çöp yığınları, herkesin unuttuğu cümleler... Ben kelimelerimi saklıyorum. Bizim gibi telaşlı sohbetlerimizin içinde kaybolmalarını istemiyorum. Hepimiz gündüzü de akşamı da yaşıyoruz. Kaçımız gün içinde bu iki olaya yol açan varlıklara kafamızı kaldırıp bakıyoruz? "Ne kadar çok yaşıyoruz hiç yaşamadan." Telaşlıyız ve bu telaş yoruyor yüreğimizi. Uyanıyorum, muavin bana bakıyor, geldiğimizi söylüyor. Kimliği uzatıyor. "Uyuyordunuz, seslendim ancak cevap vermediniz." Teşekkür ediyorum muavine. İniyorum. Sabah ezanı yeni okunuyor.