Yemyeşildi.
Masanın ortasında uzanıyordu, karartılar geçiyordu masanın üzerinden , beyaz siyaha çalıyor ve her tozlanışında basıyordu çığlığı. Masmaviydi oysa ortalık, gecede olduğumuz yalan değildi ama biz maviliği görebiliyorduk. İçerimize tanrıdan çalıntı ihtiraslar düşüyordu, kırmızılar biriktiriyorduk, kana benzeyen fakat ateşten çalma kırmızılar. Tüten şey yalnızca sigara değildi, buram buram ceset kokuyordu ortalık ve artık çürüme vakti gelmişti her birinin. Onları süpürüyorduk gözlerimizle, külleri dahi kalmasın istiyorduk, yanaşabilmek için birbirimize. Titriyorduk, ellerimiz , ayaklarımız , gözlerimiz, tuhaf kokular dolanıyordu ortalıkta ve biz kendimizi unutuyorduk. Yalan söylüyorduk belki , yahut bugüne değin hiç olmadığımız kadar ciddiydik. Suretlerimizde, cesaret geziniyordu . Yine de belli oluyordu korkuların içerimizde attığı adımlar. Yeniden ve yeniden gerçeğin ağırlığına kapılmak ve hülyaların güzelliğinden uzaklaşmak nefesimizi kesiyordu. Tek bir şey vardı düşümüzde, bir rüya olsaydı hepsi yahut biz sarhoş olsaydık ölesiye, bir daha hiçbir zaman aynı masada oturmasak , aynı gözlere bakmasak ve aynı ezgiyi dinlemeseydik. Tesadüfen aynı sigaraya takılmasaydık mesela , aynı günde , aynı saatte dokunmasaydık birbirimize. Konuşmasaydık hiç, ne gereği vardı aynı yaranın birleşmesinin. Ne gereği vardı çıplaklığını başkasıyla gizlemenin. Günleri, ayları düşünseydik , yılları dert edinseydik mesela, yahut kargalarla değil de güvercinlerle olsaydı birlikteliğimiz, nasıl da mesut olurduk.
Kollarımıza dolanan , burnumuza usul usul çekilen, o kahverengi kokunun icerimizde gezinmesine izin vermeseydik, gülseydik misal , hicbirsey olmamış ve olmayacakmış gibi , hiç birbirimize bakmayacak ve görmeyecekmiş gibi lakin görüyorduk, acımız buradan kaynaklanıyordu. Suratsızlığımız belki cocukluğumuz yakıyordu bizleri, yaraya basılan tuzlar gibi.
Ve her bakışımda, her bakışında birbirimizi öldürmekti bizim cilvemiz.
Ölesiye ve sonsuz ihtirasla kendimizin içerisinde kaybolarak öldürmek.
Keşke bu kadar çok içmeseydim.