Yeni adımlar attığımda göçmen bir kuşa dönüşürüm. Güneş kızıllığıyla, tarih sahnesindeki bazı karakterleri hatırıma getirir. Güneşe yüzümü dönerim. Sırtımı ısıtacak birini beklerim. Güneşe uçuyor olsam bile sırtım üşür. Sırtım, annem yanımda olmadığı her an üşür ama ben ona üşümediğimi söyleyerek onu mutlu ettiğimi sanmaya çok küçük yaşlarda başladığım için bundan vazgeçemem.


Yüzüm kızarır. Sebebi belki güneş belki söylediğim yalanlardır. Bunu ben bile bilemem. Sonra sonra yüzüm de şekillenir. Artık farklı ifadeler takınabildikçe daha az kızarır yüzüm. Kan dolaşımım yön değiştirir. Üşüyen sırtım değil, ellerimdir artık. Onu ısıtacak birini ararım. Ellerimin olmadığını ve göçmen bir kuşa dönüşmüş olduğum gerçeğini kabullenirsem kanatlarımı, kanatları altına alacak bir melek ararım. Gökten inmiş değil göğe hiç yükselmemiş bir melektir aradığım. Göğe yükselmek için beni beklediğini anladığım o anda, yeni bir hayata atılmak için yeni adımlar atarım. Yeni adımlar attığımda göçmen bir kuşa dönüşürüm. Bunu yapmasam bir melekle uçmayı nasıl başarabilirim? Yükseldikçe fark ederim ki; aşağıda kalanlar, ayaklarımın değerini unutmamam gerektiğini bana nasihat eder dururlar. Ben uçtukça mutlu olsalar da yürümüyorum diye de gözyaşı döküyorlar gibi hissederim. İnce bir vicdan azabı bir yıldırım gibi yarar içimdeki duyguları.


Aşağı doğru inmeyi yeğlerim. Melek gözlerimin önünde içten içe ağlamaya başlar. Sanki hiçbiri yaşanmamış sanki daha önce ikimiz de yerde değilmişiz gibi inkar eder gerçekliği. O zaman anlarım ki gizliden gizliye iki hayat yaşamalıyım. Gözler önünde yalan söyleyen, ama bunu sadece benim gözlerimin gördüğü, iki hayata sahip olduğum an yorgunlaşırım. Artık ne uçmak ne de yürümek zevk verir bana. İki taraftan da sanki anlaşmışlar gibi aynı cümleler dökülür ortalığa. Değiştin derler.

Yoruldum diyemem. Yalanım ortaya çıkar.