Kusarak açtım gözlerimi…


Yüz üstü boylu boyunca uzandığım sahilde yarı belime kadar suyun içindeydim. Öksürükle karışık öğürtülerim, üşümüş ve kasılmış bedenimi çatlatıyordu. Masmavi gökyüzünden döne döne inen rüzgârın ferahlığı, her öğürtümde gırtlağımı yırtan tuz topaklarının yakıcı acısını dindirmiyordu. Güneş, bulutsuz gökyüzünde yeni bir hayatı müjdeler gibiydi ve ben bu yeni hayatın eşiğinde katıla katıla kusuyordum.


Artık midemde ve akciğerlerimde çıkaracak tuzlu su kalmadığından emin olunca ağır ağır doğruldum… Kurtulmuştum… Ama dalgaların beni sürüklediği bu sahile, fırtınayla boğuştuğum o geceden benim dışımda varabilen hiç kimse ve hiçbir şey yoktu… Yalnız olduğumu anladığımda kurtulduğuma artık emindim.


Kadırgada yüzlerce forsaydık. Kulağımızda gümbürdeyen dev davulun ritmiyle, ayaklarımız zincirlerle birbirine bağlı, ellerimiz kürek saplarında, durmadan çekiyorduk. Sırtımızda şaklayan kırbacın sesi, verdiği acıdan daha korkunçtu… Kırbaç darbeleri sırtlarımızı, sesleri ise ruhumuzu yol yol yarıyordu. Gündüz mü gece mi olduğunu bilmeden çekiyorduk kürekleri. Biz çektikçe yol uzuyordu, çektikçe ıstırap artıyordu, çektikçe ölemiyorduk.


Oysa kurtulup yaşamak için belki de ölümden geçmek gerekiyordu.


Ölümcül kurtuluş korkunç bir çatırtıyla geldi. Her şeyin bittiğini düşündüğüm o anın, yepyeni bir başlangıç olacağını elbette bilemezdim. O dehşetli fırtınanın koptuğu gecenin sabahına özgür bir adam olarak çıkacağımı düşünemezdim. Küreklerini olanca gücümüzle çektiğimiz kadırgayı önce bir fındık kabuğu gibi sallayan, ardından kurumuş bir mısır koçanını kırar gibi ortadan ikiye bölen karanlık dalgaların beni bu aydınlık sabaha çıkaracağını tahmin edemezdim.


Şimdi işte burada, bu sahildeyim… Yalnızım… Özgürüm… Zincirlerimden; nereye gittiğimi bilmeden kürek çekmekten; kadırganın hastalıklı karanlığından; zorunlu kaderdaşlık yaptığım, tanımadığım, bilmediğim ama hayatta kalma amacında buluştuğumuz diğer forsalardan azadım artık.


Oturduğum yerden, beyaz kumların üzerine eğilmiş palmiyelere, turkuaz rengi akvaryum berraklığındaki suya, masmavi gökyüzüne ağlayarak baktım.


Özgürlüğün kokusunu içime çekerken, kopmuş bir parça zincirle ayak bileğimi saran paslı prangamı, eriyip incelmiş ayak bileğimden çıkarıp attım.