Bir kız varmış, küçük bir kız. Zamanla çok fazla incinebildiğini fark etmiş. Buna insanlar neden oluyormuş, onları umursamak. Aslında insanlar neden olmuyormuş, kendisi neden oluyormuş da denebilir. Bir kenarda her gün avucunda taşıdığı suyla suladığı bir çiçek varmış mesela, bir gün de biri hiç dikkat etmeden basıp gitmiş o çiçeğe. "Suladığın çiçeğin orada olduğundan bahsetmezsen basıp giderler işte." diyememiş kendine, kırılmış sadece. O da artık sulamamış çiçek falan. Umursamamış şu insan denen mereti. Ne insan var ne çiçek. Örmüş güzel güzel duvarlar evinin etrafına ama bu duvarlar görünmezmiş. 


Büyümüş bu çocuk ve geçip aynanın karşısına, kendisine de söyleyivermiş bunu "Büyüdüm ben." diye. "Yıkacağım bu duvarları," demiş, "gerçek olacağım tekrardan." Çabalamış, çabalamış ama emin olamamış yıkıldı mı bu duvarlar diye. Eve girebilen yokmuş hâlâ. Duvarlar görünmez, bilememiş yıkılmışlar mı ve sorup durmuş kendine, "Onlarda anahtar mı yok yoksa duvarlar mı duruyor hâlâ?" diye.


Düşünmüş ve tekrar düşünmüş, sonunda buluvermiş cevabı: Çocukken ördüğü bu duvarı ancak küçük bir çocuk gibi düşünerek yıkabilirmiş. "Bir görünmez duvar nasıl görünür hale gelebilir?" demiş kendi kendine. Boyayarak. Evet, boyayarak. İşe yarar sanmış ama yaramamış ve son bir çözüm yolu kalmış geriye. Yeniden doğmak. Koşmuş annesinin yanına ve yalvarmaya başlamış: "ANNE LÜTFEN, LÜTFEN, LÜTFEN YENİDEN DOĞUR BENİ, YENİDEN DOĞUR BENİ!"