"Kocam ve kızım öldüler, artık bir evim de yok. Eskiden mutluydum. Ben onları seviyordum, onlar da beni. Artık yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım: HİÇBİR ŞEY. Ne mal, ne mülk, ne hatıralar, ne kardeşlik, ne aşk ne de bir bağ istiyorum. Bunların hepsi bir tuzak…’’


Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin Fransız bayrağının renklerini kullandığı, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” temalarını kendi üslubuyla ele aldığı üçlemenin ilk filmi olan Bléu’da “Tamamen özgür olabilir miyiz?” sorusunun cevabı aranır. Politik ya da sosyal özgürlükten çok duygusal ve bireysel özgürlük ifade edilmeye çalışılır. Film, Julie’nin besteci olan eşi ve beş yaşındaki kızı Anna’yı trafik kazasında kaybetmesi ile başlar. Yaşadığı travma sebebi ile hayatındaki çoğu şeyi, geçmişine ait ne varsa yok edip kendisi için hiçbir bağ, dostluk istemediği yeni bir özgürlük alanı kurmaya kalkışır. Büyük malikânesini satıp küçük bir eve taşınır, eşine ait olan konçertoyu çöpe atar, eşyalarını satar ve hatta kızına ait olan şekeri bile yer… Acısı ile yüzleşmekten kaçıp özgürlüğünü kısıtladığını düşündüğü her şeyi reddeder. Film Julie’nin geçmişte eşi, kızı veya başkaları ile olan ilişkileri ve hayatına dair detayları görmeden, yalnızca içinde bulunduğu ruhsal duruma odaklanır.


Sadece bütün bağlılıklardan sıyrıldığı bir varoluş ister. Geçmişinden kaçtıkça ona daha çok yenik düşer. Filmde yer yer yükselen konçerto sesleri ve buna paralel olarak koyulaşan mavi renk buna örnektir. Sık sık rahatlamak için gittiği kapalı havuzda aynı şey yaşanır, eşinin yarım kalan senfonisi duyulur ve Julie bu hatırlamak istemediği acıdan kendini korumak için havuza geri dalıp cenin pozisyonu alır ki Freud’a göre birey baş edemediği, üstesinden gelemediği zorluklarla karşı karşıya kalınca kendisi için en güvenilir olduğunu düşündüğü yere, yani ana rahmine dönmeyi ister.


Filmde, adından da anlaşılacağı üzere birçok yerde karşımıza çıkan mavi rengi, (duvarlarda, nesnelerde, yansımalarda) bir metafor olmaktan çok bir karaktere bürünür ve bize Julie’nin ruhsal durum ile ilgili çağrışımlar yapar. Mavi onun için bir hapistir, kaybettiği her şeyi korkunç bir hiddetle hatırlatandır.


Filmde zaman zaman kullanılan yakın plan çekim tekniği ile karakterin geri kalan her şeyi reddettiği, umursamak ve duymak istemediği ifade edilir. Kieślowski bir konuşmasında şunları der; “Karakterin gözünden küçük şeyler dışında geri kalanların onu ilgilendirmediğini göstermeye çalıştık. Filmde buna benzer birkaç örnek var. Kahvesine küp şekerini atarken etrafında olup biten hiçbir şey, ne insanlar ne de meşguliyetleri onu ilgilendirmez. Onu o sırada ilgilendiren şey küp şekerin kahveyi emişidir ve bilinçli bir şekilde ona odaklanarak geri kalan her şeyi, ona unutmaya çalıştıklarını hatırlattığı için arkada çalan müziği bile, duymazdan ve görmezden gelmeye çalışır. Bu sahnede kullanmak üzere kahveyi beş saniyeden ne fazla ne de az sürede emmeyecek bir küp şeker kullandık çünkü izleyicinin bu sahneyi sekiz saniye boyunca izlemek isteyeceğini düşünmüyorum.”


Her türlü aidiyet duygusunu reddeden, neredeyse önceki bütün hayatını ve öznelliğini yitiren Julie, aslında eski ve parçalanmış olanı birleştirmektense yeniden bir “oluş” için çabalar, “hiç”ten oluşan yeni bir kadın oluşturmaya çalışır. Ama yeni bir şeye başlamak için önce yarım kalanı tamamlamak gerekir. Julie de bu başlangıcı sadece geçmişine dair kalıntıları ortadan kaldırarak başaramayacağını anlar. Yaşadığı travma sonrası hiç ağlamayan Julie’nin büründüğü derin sessizlik hali de aslında kendi içinde bir dönüşüme hazırlandığı ve atacağı çığlığın şeklini belirlediği bir ruh halidir. Sürekli olarak hayatını ve duygularını işgal eden geçmişin kapı seslerinden kaçarak kurtulmaya çalışmasının gereksiz ve yorucu bir çaba olduğunu anlayınca Julie bunun üzerine yarım kalanı, yani eşinin konçertosunu tamamlamaya ve Olivier ile, eşinin yardımcısı, yeni bir başlangıç yapmaya karar verir. Konçerto tamamlanmış olunca Julie acısıyla yüzleşmiş olur. Sonunda ağlar, artık özgürdür. Bu bağlamda müziğin bir kurtarıcı olduğunu da söyleyebiliriz.


Genel olarak diyebiliriz ki insan için toplumdan, geçmişinden ve değerlerden ayrılmış, salt bir özgürlük mümkün değildir veya uzun sürmez. İnsan yaşamak için bir yerden sonra bağ kurmaya, topluma, sosyalliğe ihtiyaç duyar. Mümkün olan ise korkularımızdan sıyrılmak, reddettiğimiz her ne ise yüzleşmek ve yeniden denemektir. Mitolojik imgelerin, müziğin ve ışığın mükemmel bir uyum içerisinde işlendiği, bizi karakterin iç dünyasına iten Bléu, bu açıdan görsel ve işitsel bir şölen sunuyor.


And if I have the gift of prophecy,

and know mysteries all,

faith mountains move,

Love I do not have, nothing I am.