Ben afilli sözler eden edebiyatçılardan hiç bir şey öğrenmedim. Çünkü çoğunu okumaktan nefret ettim. Şu an sadece kasılmış bir kalemin, ucuz şarap kadar midemi bulandırdığını anlatmaya çalışıyorum. Hep bir şeyler öldürüp sayfalara gömen kenar mahalle çocuklarının kitaplarında buldum hayatı. Çünkü onlar yalnızca hayal edilebilecek kadar iyi insanları değil, sokağın başında sizi bekleyen kötü, garip, yavşak insanları da konu edinirler. Çünkü onlar kokuşmuş mutlu ütopyalar yerine Tanrı’nın gerçek hayal dünyasını yazarlar. Bir kadına, bu hayatın ona çiçek alacak erkeklerden ziyade onun kalçalarına bakacak erkeklerden oluştuğunu anlatan çocuklar da yazı yazıyor bu gezegen de. Bir çocuğa bütün sakallı amcaların dedeleri olmadığını; aralarında sapık, pedofili hastalarının da bulunduğunu anlatan cesur insanlar da yazı yazıyor bu gezegende. Siz okumasanız da ve her ne kadar yapış yapış, uydurma bir aşk hikayesini gerçeğin aslında en büyük o.çocuğu olduğunu anlatmaya çalışan o kalemlere değişseniz de, o çocuklar hiç bitmeyecek. Bukowskiler, iskenderler, Emrahlar hep tıklatacak kapılarınızı. Açmayacağınızı bile bile, onlara asla bir binlik palavra basmış üç kâğıtçıya baktığınız gibi bakmayacağınızı bile bile... Çoğunluktan ümidini çoktan kesmiş olsalar bile, belki üç beş anlayan çıkar temennisi ile -ki ticari emellerine asla sizi ve sanatı alet edip tüccarlaşmadan- yola inatla devam edecek ve her giden bir gecekondudan hiç tanımadığı alkolik bir veliaht edinerek sizi asla rahat bırakmayacağına and içercesine ölecek. Yaşamayı sürdürecek düşünceler arasında. Fikri, kalp atışlarını sürdürürken bir mezarlıktan bize gülümseyecek ve hala bir boktan anlamadığımıza hüzünlenecek...