Her şey 6. sınıftayken Türkçe öğretmenimin verdiği bir kitapla başlamıştı. Kitabı bitirdikten sonra beynimin ödü patlamış, nöronlarıma sıvanmıştı ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Lan ne güzel avucuna osurup burnuna tutan, sınıftakilerin taklidini yapan, sonra gevrek gevrek gülen bir çocuktum. Nasıl kıydın çocukluğuma be hocam! Geçmişe yolculuk mümkün olsaydı o güne gider ve o kitabı reddederdim. Cehalet gerçekten katıksız mutluluktu. Okuduk da ne oldu sanki!
Nenem sağlığında bana hep “Ciğeri beş para etmez köpek.” derdi. Şimdi Azrail’in bana biçtiği fiyatı duysa gururlanırdı he.
“Sahi, ben Çetin’in istediği parayı nerden bulucam?” diye düşünürken fakir usulü bir panik atak krizi geçirdi. Nenemin zulasını patlatsam, üstüne de kredi çeksem... Kredi çekemem ki üç yıl önce çektiğim tatil kredisi yüzünden kara listedeyim. Nenem ölümüne beş kala neden hâlâ para biriktiriyor? Savunma mekanizmasının ölümü öteleme şekli miydi? Yoksa Azrail’e aba altından sopa mı gösteriyordu? Kısmen yatalak, hafızası bulamaç gibi. Neden hâlâ yaşama var gücüyle sarılıyor?
İnsanlar neden cebinde olmayan parayı fenomenlerle sidik yarışı yapabilmek adına çılgınlar gibi harcıyor? Gerçekten ertesi günkü kombininizden başka derdiniz yok mu?
Beynimde uçuşan düşünceler cereyan yapıyordu. Ne yapıp edip bir yerden para bulmalıydım. İzlediğim bir dizide görüp heves ettiğim bir yöntemi denemeye niyetlendim. Beyin fırtınası. Sonuçta bedava.
Elimde iddia bayiden arakladığım kalemle uzun süre birbirimize bakıştık. Aynada, varoluş sancısı çeken sanatçı pozlarımı izledim, keyiflendim. Çetrefilli birkaç saat sonunda önümdeki çay lekeli kağıt da kafam kadar boştu. Mahalleden tanıdığım tırt arkadaşlarımın yanına gitmeye karar verdim. Kendimi kaybeden hissetmediğim tek ortamdı orası. Yıllardır birlikte takıla takıla benzeşen üç arkadaşın isimlerini hep karıştırdığım için risksiz bir hitap kelimesi kullanıyordum. “bilader “
Bu üç nihilist arkadaşın -İbrahim, Mahmut, Cemal- cebinde beş kuruş para olmazdı ama karanlık abilerden tanıdıkları vardı. Zeka seviyesini deniz seviyesine düşüren üç beş muhabbetten sonra mevzuya girdim:
“Biladerlerim, çok acil nakde sıkıştım.”
Cemal olduğunu tahmin ettiğim ama İbrahim’e de benzeyen, dapdaracık pantolonunun cebine tıkıştırdığı ellerini çıkarmak için olağanüstü bir çaba harcadıktan sonra:
“Hayırdır gardaş? Biriyle sıkıntın mı var?”
Onursuz bir cebelleşme sonunda ellerini cebinden çıkarmayı başarmıştı.
“Varsa çekinme yani hallettiririz.”
“Yok biladerim, öyle bir şey değil. Kredi çekemiyorum, malum kara liste. Uykumu kaybettim valla elim kolun bağlı. “
Yemi attım ve peteğin üzerinde unutulmaktan samana dönmüş sarma sigaradan onlar gibi avuçlayarak çektim. İçlerinden daha az esmer olan, düşünüyormuş gibi kafasını kaşıdı:
“Bizim bir abi var ama teminat istiyor artık. Herkes batakta, piyasa nanay malum.”
“Beni bir görüştürseniz be bilader. Belki halime acır, belki şartları esnetir.”
"Gardaş zor o iş ama senle de yıllardır tanışız. Denemekten ne çıkar?"
"Hay canına yanayım biladerim, helal be! En kötü ne olabilir ki? Canımızı mı alacak?”