Almış başını bir hayat gidiyor, almış başını hayatın ya arkasına bakmadan, toplamış bavulunu çıkmış, ne zahmetlere girip kendine yuva bellediğin odandan, almış başını bir hayat gidiyor, ne çelişkiyse ah bu; sen gibi hep birilerine düşman, sen gibi hiç arkasına bakmadan.
Arşa ereceği yerde başın, bir olmuş yerin gövdesiyle. Senden kaçanın sen bile olsan, bilmişsin de peşinden koşulmayacağını, yalnızca ağlamışsın hep sürekli gitmekte olan “kendiliğin” ardından.
Almış başını, bir “sen” gidiyor, o gittikçe çirkin bir yaban domuzu, anahtarlarını hırsızından yolsuzundan çekinmeden bile bile gizlediğin paspasın altına yuva yapıyor. Çirkin bir yaban domuzu gelmiş kapına, üstelik kendini, sevmeye doyamadığın o kedilerden sanıyor, çirkin bir yaban domuzu gelip çalmış anahtarlarını, ne hırsız ne de yolsuz, sadece kaçıp giden hayatına benziyor, kabul etmediği varlığını uzaklara koşmamak için, kendini hep güzel bir kedi olarak gördüğü düşleri yaşıyor.
Korktuğundan dokunamadığın, hiç aynı dili konuşamadığın, üstelik onun kendisiyle kavgalı olduğunu bildiğinden, konuşamasanda duygudaş olduğun için o düş hayvanla, bulup kızmak da elinden giden anahtarlarını geri almak da gelmiyor içinden. Bir bahane ya sonuna kadar açıyorsun sen de, bir daha kilitleyemeyeceğin odanın kapısını, bir umut; yetişmeye cüret edemediğin hayat, o domuzun sırtına biner, ezip paspası, oturur diye sandalyene.
Almış başını bir hayat, sana, sen onu gör diye ağlıyor. Bu sefer bırakma, koş diye peşinden, at diye yorgun sabahların titrekliğini üstünden, ısrarcı ol diye kendinde, yürüyemediğin, yürüyemediğin için bakıp bakıp sızlandığın sıcak asfaltın peşinden, uç diye bu sefer, ayaklarını çıplak bırakıp.
Git peşinden
Gerekirse yık, sil baştan kur yuvam dediğin odaları
Aç uyuşmuş gözlerini, kaldır perdesini karanlığın
Yerle yeksan değil, göğe doğru utanmadan
Kanıyla, yarasıyla da olsa, yıktığın evin molozları altında değil
Bu sefer korkmadan koştuğun hayatın omuzları üstünde
Umutla dik durmalı, duracak başın