Ve sonra öldü annem.

"Ailenin en büyük kızısın. Anneni yıkamak sana düşer." dediler, yapabilir miyim düşünmediler.

Gasilhaneye giderken gözyaşlarım düğüm olmuş, ayaklarım demirden. Annemin ruhuysa sanki sırtımda, nasıl ağır. İçeriden rutubet ve sabun kokusu sızan odanın yarısı çürümüş ahşap kapısını aralarken karmaşık duygular içindeyim, hafiflemem gerek.

— Ay ay ay! Ne kadar da anana benziyorsun. Gözlerin tıpkı o. Gel, içeri gel, çekinme.

"Nereden biliyor bu kadın annemin gözlerini? Açıp ölünün gözüne mi bakmış?" Çekingen adımlarla ilerliyorum. Kadının boyu kısa, altında eski bir tabure, ölünün üzerine abana abana yıkamaya çalışıyor. Vücutları adeta bütün olmuş.

Korkuyla bakıyorum mevtaya.

— Ama annem?

— Yok kız, bu anan değil. O bir sonraki. Gel yardım et de, bitirelim şunu. Tek başına pek zor. Ah, anan olsaydı şimdi nasıl yıkardık buncağızı iki dakikada! Hep düşünürdük "Acaba kim kimi yıkacak?" diye. Bana nasipmiş anacığını paklamak. Ah, yalan dünya. Bu taşa gelince herkese aynı su, aynı sabun, aynı tas.

— Yok canım. Karıştırıyor olmalısınız. Benim annem evlere temizliğe giderdi. Yani... "Çağırdılar, temizliğe gidiyorum." derdi.

— He ya! Bu garibanları temizleriz biz de. Yıkarız, ovarız, pirüpak yapar, son yolculuğa hazırlarız. Sevaptır kızım, o da lazım. Anan çok severdi işini.

Annem bize kızdığı zamanlarda usul usul söylenirdi. O temizlik paralarıyla okutmuştu hepimizi. Acırdım sıcak sudan, sabundan kabarmış ellerine. Evine temizliğe gittiği hanımları hayranlıkla anlatırdı bize. Teninin beyazını, saçlarının sarısını tarif ederken onlara dokunurcasına okşardı yeşil kadife divanı. Hiç unutmam kadifeden gelen o sesi. Annemin dalıp dalıp gitmelerini.

Demek gassaldı annem ve ölüleri severdi. Hafifleyeceğimi düşünürken taş oldu yüreğim. Ne bir söz ne bir damla gözyaşı. O gün kaç ölü yıkadık bilemedim. Kadının bir ara hıçkırıklarla çırpındığını hissettim.

Beni korku ve merak içinde dinleyen kardeşlerime olanları anlatırken yeşil kadifeyi okşadığımı fark ettim.


Tanrıgöz, 2020