Kopart hıncını karanlıktan, bağır en ıssız yerdeki dağlara yankılansın sesin yalnızlığında... Gez tüm ormanı, tüm anılarını. Bir gözyaşın kurumakta olan bir çiçeğe hayat versin, yaşartsın kuru çiçeği. Aynı geçmiş bir anı için gelecekte dökülen gözyaşının kalbini ıslatması gibi...


Ben aylarca kokunu merak ettiğim çiçeğin geçmişimdeki geleceğim olmasını istedim. Onu her anıma yerleştirmişim, onun kokusunu bilmeden rüyalarımda sarıldım bilmediğim bihaber kokusuna. Aylarca kalbimde bir sızı uzakta kalmanın verdiği acı geçmişimi geleceğimle bir ederken senin için karanlığa bürüdüğüm içime bir gaz lambası takmayı denedim, azdı belki ışığı ama korkma diye karanlıktan...


Meğer benim karanlığımdan bile sakındığım, bilmediğim kokusuna hasret çiçeğim bir başka çiçeğin güzelliğine kanmış geçmişte. Filizlenmiş kalbi o çiçek için. Ama onun büyülendiği çiçek ay çiçeğiymiş, aydınlık neredeyse oraya dönüverirmiş, sırt çevirmiş benim parçalanmış karanlık çiçeğime...


Boynu bükülüvermiş, kırılmış gövdesinden. Yere süzülmüş, süzülürken bile ay çiçeğinin ona dönmesini beklemiş onu kurtarmasını ümit etmiş... Ay çiçeği aslan güneşi bırakıp dönmemiş yerdeki kopuk çiçeğe...


O kopup çiçek tekrardan (filiz)lenebilirdi.

Ama o ay çiçeğinin uğrunda ölmeyi tercih etti. Bense sadece uzaktaki yıldızdım. Aşıktım yerdeki çiçeğe, onca mesafeye rağmen rüzgar getirdi bana kokusunu, estirdi burnuma. Ey çiçek bir gün beni cidden sevebilecek misin?