Yağmur altında duran ve bir sokak kedisi hüznü ile etrafına bakınan kızı gördüm.Yağmurun yüzüne bıraktığı damlacıklara şükrediyor gibi başını yukarı kaldırmıştı. Kim bilir aklından neler geçiriyordu o an. Uzaktan iyi görünen kıza yaklaştıkça farkettim yara izlerini. Aslında hiç iyi olmadığını o an anladım. Yüzüne daha dikkatli baktığımda zamanın izlerini nasıl taşıdığını görünce içimdeki merak alevlenirken bir yandan da çok etkilenmiştim. Kız siyah beyaz filmlerin birinden çıkıp gelmiş gibi her duyguyu yaşatıyordu bana. Tüm mimikleri hem tanıdık hem yabancıydı. Aramızdaki mesafe azaldıkça artıyordu sanki. Yollarını kaybettiği tüm oyunlardan inşaa etmiş, yeraltı edebiyatından çürümüş kelimelerle kendini anlatmaya çalışıyordu bana. Hayatının lunapark gibi deli dolu, savaşının hız treni kadar sarsıcı oluşu göğsünün ortasını yangın yerine çevirmiş olsa gerek, tüm gözyaşlarını lunapark cıvıltısı ile kahkahaya dönüştürmeyi ustaca başarıyordu. Dünyadaki o lunapark içinde zihnini uyuşturarak hayatta kalmayı başarmış gerçek bir oyuncuydu. Bağımlı gibi yürüdüğü yolların hepsinin yalan olduğunu yeni kavramış gibi bir burukluk vardı yüzünde. Göz göze geldiğimiz o yılın son gecesi nefesim kesildi gördüğüm çehre içime yangın alevleri düşürürken bir yandan kız çocuğuna sarıldım. O kız çocuğu el ele tutuşarak yeni yollara umut dolu adımlar atacağımıza dair verdim tüm sözlerimi.