Kalemin kağıtta bıraktığı ize vuruyor sabah güneşi, evlerin çatısına değil bu kez. Tanrı'ya beni böyle bir mutluluğa boğduğu için teşekkür ediyorum. Bugün ilahi bir işaret beklemiyorum yazmak için, veya bir tören geçidi. Üstüne basa basa çoğul olarak konuşulabilecek bir şey de beklemiyorum. Ne hissetmiş ve ne hissediyor olursam olayım bunu belli bir yüzdeye pay etmiyor, ortaklaştırmıyorum. Sessiz olmasını söylemiyorum zihnime, kolundan tutup içeri sokmaya çalışmıyorum cümlesini bitirmeden. Gözlerimi kapatıp bacaklarımı uzatıyorum ve dinliyorum. Bazen teraziyi yanlış ayarlıyorum ama böyle öğreniyorum konuşmayı. Ne kadarı doğru bir duvar olup da taşa tuğlaya doymanın, bunu düşünüyorum. Saydamlaşmak zor değilmiş, fark ediyorum. Derin bir nefesi içime çekerken gevşeyip daralan kaburgalarım, içerideki havanın ferahlığını şöyle hatırlatıyor bana: “Taze bir yaşamdasın, belki en güzel yaşındasın. Bazen beş, bazen altmış beş yaşındasın. Şu an yirmi yaşındasın.”