Eski Dosta


En acılı anlarımızda bile bir hayatımızın devam etmekte olduğunun farkına varmak, insana verilmiş en kuvvetli histir ve en acılı anlarımızda bile yeni bir sayfaya başlamak pekala mümkündür. Şimdi, aklı başında, bilinçli ve eskisine göre daha zeki biri olarak geçmişe baktığımda, ne çok hatalar yapmışım, diyebiliyorum kendime. O günleri tam anlamıyla hatırlamak benim için oldukça güç. Fakat öyle bir gün var ki o günü çok iyi anımsıyorum.


21 Şubat’tı. Hava soğuktu. Küçük bir kitapçıda, ihtiyar bir adamın yanında çalışıyordum o zamanlar. Okul masraflarımı karşılayabilmek için. Sabah okula gidiyor, öğlen okuldan çıktıktan sonraysa hiçbir yere uğramadan dükkana gidiyordum. Yeni gelen kitaplar varsa onları fiyatlandırıyor, stok bilgilerini bilgisayara giriyordum. En sonunda düzenli bir şekilde kitapları raflarına atıyordum. Sonra ihtiyar adamla oturuyor ve konuşuyorduk. Beni severdi, yani öyle düşünürdüm. Güvenini kazandığımı bilirdim ama. Bazen dükkana gelmediği de olurdu. O zamanlarsa açar kitap okurdum.


Hafta içi, hafta sonuna göre daha az yoğun oluyordu. O gün, yani 21 Şubat, cumartesi gününe denkti ve ihtiyar dükkana gelmemişti. Bir şeyler okumak yerine bir şeyler karalamak istiyordum. Çünkü ancak öyle içimdeki sıkıntıyı eritebilirdim. Düşünüyordum, düşünüyordum ve düşünüyordum. Ancak düşünmek sadece kafamın içinde olan bir şeydi. Kalemi yerinden bile oynatamıyordum. Gitgide sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. O koca dükkanda yapayalnız hissediyordum kendimi (Aslında dükkan büyük değildi fakat düşüncelerinizle baş başa kaldığınızda, hele ki düşünceleriniz kafanızın içini yiyip bitiriyorsa en küçük bir hapishane koğuşu bile koca bir malikaneye dönüşebilir). Tam o anda içeriye bir kız girdi. Uzun boylu, siyah saçlı, ince belli. Baktıkça içim gidiyordu. Baktıkça bakası geliyordu insanın. Göz göze geldik. “Allah’ım” dedim. “Bu çok güzel.” Kız utanıp gözlerini benden kaçırdı. Utanmamış da olabilir, bilmiyorum. Kız, bana yaklaşıp gülümseyerek “Babam nerede?” dedi.

“Anlamadım.”

“Babam diyorum babam, gelmedi mi bugün?” yüzündeki tebessüm asla gitmiyordu. İhtiyarın kızı olduğunu ancak ikinci defa söylediğinde anlamıştım.

“Hayır.” dedim. Kızın güzelliği beni çok etkiliyordu.

“Arkadaşıma bir kitap vereceğim de bulabilir misin bana onu, tabii varsa.”

“Adı ne?”

“Kalemimin Sapını Gülle Donattım.”

“Ferhan Şensoy.” dedim ukala bir sesle.

“Aa biliyorsun, bilmene şaşırdım açıkçası. Kimse bilmez bu kitabı diye düşünürdüm hep.” Kız daha da yaklaşmıştı bana. Kokusu burnuma kadar geliyordu. Belki de kızı etkilemek içindir bilmiyorum ama bahsettiği kitaptan alıntı yaptım.

“Fırçam ve renk renk boyalarım var.” duraksadım. Ve kız devam etti.

“Alev alev dolanıyor içimi çizme isteği.”

“Asıl olan çizmek değil, özlem.”

“Bir yol çiziyorum giderek daralan.”

“Perspektif bildiğimden değil, gözlem.” Gözlerimin içine bakıyordu. Işıl ışıldı.

“Yollar uzakta daralıyorlar bunu uzun otobüs yolculuklarından biliyorum.” diye devam etti sakin bir sesle. Ve sonra devam etmemi bekleyen bir el hareketi yaptı. Devam ettim. “Bir kız çiziyorum yolun başına, okula gitsin, okusun haspam.”

“Uzun uzun saçlar çiziyorum, işi ne, tarasın yosmam.”

“Sonra resme bakıp basıyorum şarabı bardağın gözüne.” dedikten sonra bir kahkaha patlatıverdik dükkanın içine. Kız bir sandalye çekti, oturdu. Benim de oturmamı söyledi. Tam karşısına oturdum. Gözlerimin içine bakıyordu.

“Kız çıkıp gidiyor resim kağıdından.” dedi.

“Fırçalarımı kırıyorum boyalarımı atıyorum gayya kuyularına.” diye devam ettim.

“İçimdeki çizme isteğini bir ressama ciro edip basıyorum şarabı bardağın gözüne.”

“Bardağın gözü olmaz.”

“Çekmece mi bu?”

“Çekmecenin de bir şey gördüğü söylenemez.” Yine gülüşmeler yayıldı ortalığa.

“Kendin yarat dertleri, kendin üzül. Delikanlı bir felsefe.” dedik tek bir ağızdan. Kız o kadar mutlu olmuştu ki bir anda boynuma atladı. Şaşırıp kalmıştım. O boynuma atlamış duruyordu, ben de nihayet kızı belinden sarabilmiştim. Mutlu olan sadece kız değildi. Bir yandan içim kıza hislerimi belli etmek istiyor, bir yandan korkuyordum. Çok kısaydı bu. İlk görüşte aşk mıydı?


Sonra sert bir ses duyuldu. İhtiyar içeriye girmiş, kapıyı sertçe vurup kapamıştı. Kız babasını görünce benden kaçar gibi uzaklaştı. Çantasını kurcalamaya başladı. Bense sadece ihtiyarın gözünün içine bakıyordum. “Çık dışarı.” dedi öfkeli ama sakin bir sesle. Kız ayaklandı, tam dışarı çıkıyordu ki babası kızın kolundan tutup “Sen değil.” dedi. Gözlerimin içine bakarak beni kastediyordu. Kenardan çantamı alıp ayaklandım. Tam çıkacakken elimden tuttu, çevirdi.

“Bir daha da gelme.” dedi. Elimden tuttuğu vakit, elime para sıkıştırıvermişti. Hiçbir şey söylemeden çıkıp gittim.


Kalakalmıştım. Öyle sokak ortasında yürüyordum. Kızın gözleri, kızın duruşu, bana bakışı aklımdan çıkmıyordu. Aşık olduğumu düşünmeye başlamıştım. Bir an olsun gözümün önünden gitmiyordu. Sesi kulaklarımdaydı. Ona sarıldığım vakit neler düşünmüştüm! Ne kadar güzel bir andı!


O günden sonra bir daha dükkana gitmedim, çevresinden bile geçmedim. Ama kızı görmek istiyordum. Hatta ihtiyarın yanına gidip kız hakkında konuşup rızasını almak istiyordum. Belki de ihtiyar bana “Bir daha da gelme.” derken bunu kastetmişti. Ama ben gitmedim. “Keşke,” diyorum şimdi, “keşke gitseydim, konuşsaydım.” Eğer gitseydim, o gün, yani 21 Şubat, benim için belki de dönüm noktası olabilirdi fakat olmadı. Ne ihtiyarı gördüm ne de kızı. Ancak her 21 Şubat’ta, akşam olunca, gözlerimi kapar, kızı hayal eder, Ferhan Şensoy’un o kitabının o bölümünü tekrar tekrar okurum. Tıpkı o gün, o kızla yaptığımız gibi.

 

2.02.2022