"Değdiği tende bir ben kadar yeri yoksa artık insanın ve biliyorsa gitmek aslında pes etmek, biraz da sürgüne boyun eğmektir; ya susar ya da ne varsa bundan evvel ruhunu doyuran, kusar."


Kaldırıp başını kitaptan, camdan dışarıya baktı. Bir çocuk, elindeki kuru ekmeği bir kediye yedirmeye çalışıyor, kedi kaçıp kurtulmak için çırpındıkça daha bir sıkı sarıyordu onu çocuk. En sonunda, kollarını ve yüzünü tırmalayan kediyi kucağından atan çocuk ağlayarak dar sokakta kayboldu. Böyleydi işte hayat. Ne verdiğin değil ne istendiği önemlidir yaşamda. Lokma her zaman doyurmaz.

Çayı soğumuş, bardağın kenarındaki ıslak şekere sinekler üşüşmüştü. Güneş devrildi devrilecekti. Bir ayağı aksak, önlüğü leke içindeki garsona seslendi.

"Aksak! Hesap..."

"Ayın 21'inde ameliyat olunca da aksak diyebilecek misin bakalım yazar efendi?" dedi garson. 

"Hiçbir ameliyat senin bir zamanlar aksak olduğun gerçeğini değiştirmeyecek Tacdin ve niye aksadığını da..."

"On sekiz lira..."

"Kolay gelsin aksak."


Kitapçıya uğrayıp en sondaki rafa yöneldi. On sekiz... Bir ayda sadece iki kitap...


"Allahın belaları! Okumuyor, yazmıyor, düşünmüyorsunuz. Kabahat siz okuyun diye kitap yazanda." dedi fısıldayarak ve dişlerini sıka sıka.

Raftan bir kitabını alıp kasaya yöneldi. Otuz lira uzattı kasiyere. 

"İyi akşamlar Harun Bey. Nasılsınız? Yine mi kendi kitabınızı alıyorsunuz?" dedi kasiyer alaycı bir ses tonuyla. 

"Evet. Yurt dışında bir dostum kitaba ulaşamamış da. Ona yollayacağım."


Kapıdan çıkarken, "Aptal insan, aptal..." diye söylendi. 

Eve vardığında kitabı usulca kütüphanenin en alt rafında kalan son boşluğa yerleştirdi. Biraz utanarak, biraz kızgın ve çokça da üzgün bir bakışla izledi kitaplarını. Bir sigara yakıp masada duran kâğıt yığınlarına baktı. Kırmızı kalemle yazılmış bir not ilişti gözüne. Şöyle yazıyordu notta: İçinde yaşadığınız kalabalık sizi yalnızlıktan kurtarmaz ama yalnızlık sizi o anlamsız kalabalıktan kurtarır. 

Sigarası bitmeden başlayan bu öksürük krizi için doktora gitmesini telkin ediyordu herkes. Oysa sigarayı bırakmak için tıp diplomalı birinin tavsiyesine ihtiyaç olmadığını biliyordu ve bırakmayacağını da tabii.


...


Artık aksamayan bacağıyla rahat ve sert adımlarla yürüdü Tacdin. Üzgündü. Evet ona gıcık oluyor ama seviyordu da. "Böyle olmamalıydı." diye düşündü. Yazık...

Tabut mezara indirilirken gözleri doldu Tacdin'in. "Ah be yazar efendi. Çok erken olmadı mı bu gidiş?" diye söylendi kendi kendine. Elindeki kitabı mezarın üstüne bırakıp arkasını döndü ve yürüdü mezarlığın kapısına doğru. Kahveye vardığında onun her zaman oturduğu masaya baktı ve boş masaya bir çay bıraktı. "Bu benden yazar efendi." dedi. 

Aradan geçen yedi ayın her cuma günü saat ikide Harun Bey'in oturduğu masaya bir çay bıraktı Aksak Tacdin. 

Bir akşam eve giderken kitapçının camında "Yitmek Zamanı kitabının üçüncü baskısı gelmiştir." yazılı notu gördü. "Bak yazar efendi. Ölmeden olmuyor bazı şeyler." dedi kendi kendine Tacdin ve o kitaptan şu cümleyi söyledi yüksek sesle: "İnsan zamansız yiter belki ama sonrası muazzam bir sessizlik. "