Sevgili günlük, yine gecenin bir yarısı uyku tutmadı. Aldım elime kalemi-defteri geçtim mutfağa. Mutfağa geçtim, evet. Çünkü evin tek masası; üzerinde günde üç vakit yemek yediğim, boş zamanlarında bana ders masası göreviyle mesai harcayan, her bir ayak kısmı aynı yükseklikte olmasına karşın anlayamadığım bir dengesizlikte sallanan bu masaydı. Tabi tepemde yoğuşmasız kombinin rahatsız edici uğultusu varken yazmaya odaklanmakta zorlanmıyor değilim. Neyse, tüm uğraşlarım sonuç verdi ki şu an bunları okuyorsun.

Evet sevgili okur ya da bu çok uzun deyip okumadan şak diye geçenler ve bir de sen; sırdaşım, sabır taşım, günlüğüm... Bugün hiç olmayı düşündüm biraz. Evet biraz düşündüm çünkü az evvel aklıma geldi. Ucuz kalemimin en az onun kadar ucuz mürekkebi sayfama değip, şu yazıları yazdığım ana kadar düşündüm ve bir şey fark ettim: Biz insanlar birer hiçiz bu dünyada. Sen üzerine alınmayabilirsin sayın okur ama benim tarafımda durum biraz böyle gibi. Tam anlamıyla bir hiç miyim bilmem ama çoğu zaman yok hükmündeymişim bu zamana kadar. İnsanoğlu ne garip... Bazen yıllarca yol yürür de anlamaz bazen iki satır karalarken yüzleşir gerçekle. Ben yok hükmündeymişim bunca zaman, hayatımı adadığım insanların başkalarına adadığı o mukaddes hayatlarında. Sofraya bir tabak daha koyarız cümlesinde, sofraya konulması unutulan bir tabakmışım ben. İşçi bayramında sosyal medyada hakları aranan, sokaktaysa üzerinde görünmezlik pelerini varmış gibi bir çift gözün gözlerime temasından kaçtığı bir işçiymişim. Kaktüsmüşüm ben. Sağa sola daha elit görünmek için yanına kitap koyup kahve bardağıyla fotoğrafı çekilen, ha bugün ha yarın diye diye su verilmesi unutulan ve kurutulanmışım.

Ne yalan söyleyeyim, biraz ağır geldi bu duygu bana. Çevremden o kadar duygusuz olduğuma dair cümleler duydum ki; bu artık benim için, bana dair bilimsel bir tespit gibi olmuştu. Şimdi göğüs kafesimi zorlayan bu ağırlığı fark edince pek de duygusuz değilmişim dedim. Belki de çevremdeki insanlar çok duyguluydu. Öfke, hırs, sadakatsizlik, kandırılmışlık, kanmışlık ve daha fazlasının dışa vurumu olan sinir harpleri... Etrafım dört bir yandan bu duygularla çevriliyken, herkes bu kadar duyguyu bazen aynı anda sırtlamışken, ben böyle yüklerin altında ezilmeyi göze alamadım galiba. Peki ya mutluluk diyenleri duyar gibiyim. Mutluluk sana ne kadar uğradıysa bana da etrafıma da o kadar uğradı diyebilirim. Mutluluk,mutlu anlar dizimi... Hatıra kalsın diye fotoğraflara hapsettiğimiz masum gülüşler. Artık içten gülüşlerimiz; hatıra fotoğraflarında, kaşım gözüm düzgün çıksın diye kasılarak verdiğimiz pozlarla silindi gitti neredeyse. Belki de yazar haklıydı; bizim büyük çaresizliğimiz, sesimizin sokakta oynayan çocuk seslerine karışmayışıydı artık. Belki de haklı değildi yazar. Belki de bizlerin en büyük çaresizliği; tüm uzuvlarımızla zincirlendiğimiz öğrenilmiş korkuları yenemeyişimizdir. Belki de kendimize zincir vuran çılgının kendimiz olduğu gerçeğini görüp de şaşırmaktan kaçıyoruzdur. Bu korku; yenmek, parçalayıp yok etmek için karşısına dikilemediğimiz bu korku, beni, seni, onu, hepimizi hiç ediyor sanki. Dün sesimiz çıksaydı, bugün yok hükmünde olmazdık belki. O zaman bu kadar hiç hissetmezdim bugün kendimi ve bizi.

Sevgili günlük, yarını merak etmeyi umuyorum.