I: TAKINTI

— Her insanın birtakım takıntıları vardır. Bu takıntıları fark edenler takıntıların çocukça, abartılmış bir eylemden ibaret olduğunu sanır ama takıntısı olan için durum hiç de göründüğü gibi değildir. Takıntılar hem takıntısı olan insanda hem de takıntısı olan insanın çevresinde huzur kaçırır. Kaçan huzurun tekrar gelmesi ancak bir insanı takıntılarıyla ve zaaflarıyla birlikte sevmekte vuku bulur. Eğer seviyorsanız katlanırsınız, sevmiyorsanız katlanmazsınız ve takıntılar da uzaklaşmanız için bir bahane olur. Benim de birtakım takıntılarım var. Örneğin; gürültüye katlanırım da sessiz bir mekandaki su damlacıklarından çıkan ufacık sese veya saatten çıkan tik tak seslerine katlanamam. Evet, aptalca bir takıntı bu hatta pek çocukça. Yine de katlanamadığım gerçeği ortada duruyor. Bir diğer takıntım da düzen takıntısı ama bundan bahsetmeyeceğim.

— Madem gevezelik edesin var, daha elle tutulur konularda gevezelik etsene be usta. Benim de lakırtılara tahammül edememe takıntım var.

— Dur dur, lakırtılar sular seller gibi akıyor benden. Az daha dinle, eğer sıkılırsan ciddi konulardan da konuşuruz ama şimdi ne gerek var canım. Ciddi konuların köküne kibrit suyu...


II: DUVAR

— Vaktiyle eyyamcı bir adam şöyle demiş: “Artık anlıyorum, aşağılıktır güvercinler çünkü kafese koydum, gördüm, hepsi oraya evim derler.”[i] Bu sözler sana hiç tesir etmiyor mu Altan? Dört duvara hapsolmak için yıllarca emeğinin karşılığı bile olmayan paraları biriktiren ve hatta bu küçük hayaline ulaşamadan ölen kaç insan var, hayal edebiliyor musun? Eyyamcı adam bunu aşağılık olarak görse de benim de böyle bir hayalim var. Dört duvarda hapsolmak fikri birçok kişi için aşağılıktır ama bazıları için de huzurdur. Evet, benim için de huzurdur. Kendi ellerimle kendimi dört duvara hapsetmiş olmak, kendime ait küçük, basit ve garip bir dünya kurmak fikri bana haz veriyor. “Hiçliğin içinde kimsesiz ve kimseden habersiz”[ii] bir hayat… Evet evet, sadece bu yeterli.


III: ANLAM

— Biraz da doğru oturup eğri konuşalım Altan. Mesela, yaşamak için bir nedene neden ihtiyaç duyarız? Gerçekten bir nedeni olmalı mı yaşamın? Sırf sıkıldığımızdan, sıkıcı dünyamızdan kaçmak için kendimize bir amaç buluyor ve amacı kutsallaştırıyoruz. Akıllı varlığın elinden gelen bu işte. Hal böyleyken kimse aklıyla iftihar etmemeli. Tanrı olsaydım ve insanın başına gelebilecek en kötü senaryoyu yazsaydım, sanırım ben de onlara akıl verirdim. Akıllarıyla başıboş dünyada çırpınıp dursunlar; ben ise yukarıdan onları izleyip keyifleneyim. İnsan akılla lanetlenmiştir sevgili Altan. Bunca çaba, bunca matem hep bunun için. Ama bizi bunun için kim suçlayabilir? Eğer zihinsel ölüm gerçekten mümkün olsaydı bunu Kayra başarırdı zaten. Zihnini öldürmeyi Kayra bile beceremediyse kimse endişe etmesin, başkası da beceremez. Boş verin, aptalca olduğunu bilsek de kendimize makul bir neden seçip ölene dek yaşayalım. Zaten yaşamın bir anlamı varsa ancak yaşamın anlamını aramaktır.

— Yok ol usta. Bir kus, kendine gelirsin.

— Uyuşuyoruz Altan. Kendimizi isteyerek uyuşturuyoruz. Korkarım ki ayazda kaldık. Kokuşmuş kent de epey uzakmış buradan. En iyisi lakırtı etmeye devam edelim Altan.


IV: ABARTI

— Bir sözcüğe pek çok duygu doldurulabilir. Bunu en iyi yapanlarsa şairler ve dümencilerdir. Ortak noktalarıysa abartmalarıdır. Abartırlar çünkü abartmak yaşamın gerçekliğinden bir an olsun sıyrılmaya yarar. Bunların ürettiği zırvalıkları okumayı veya dinlemeyi pek severiz. Çünkü biliriz ki orada sıradan olan yaşamlara benzemeyen, alışılmışın dışında bir şeyler vardır. En uç noktalarda yaşama hissiyatı bizleri coşturmaktadır. O zırvalarda illüzyonist bir macera vardır ve bu maceralar bizi kendine çeker. Sözcüklerin arasından bir dümenci bize adeta şöyle seslenir: “Gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak.” Biz de bu illüzyonist maceraya katılıp derinliklerde kendi kendimizi mahvederek sonrasız yitip gideriz.

— Şimdi, her şeyi geçtim de Tarkan ne alaka usta?

— Kelalaka Altan. Hatta keskelalaka. Dur dur, sana güzel şeylerden bahsedeceğim.


V: HATIRLAMAK - UNUTMAK

— Ciğeri beş para etmez bir adam vaktiyle şöyle demişti: “Hatırlamak neye yarar unutmak olmasa, değeri kendinden menkul bulunmaz ittifak.” Bu zırvalığa o zaman bir anlam veremesem de ne demek istediğini sanırım şimdi anlıyorum. Unutmak insanlığa verilmiş en büyük lütuftur, ikinci en büyük lütufsa hatırlamaktır. Evet, görünüş itibarıyla birbirine zıt iki eylem gibi görünseler de aralarında eşi benzeri bulunmaz bir ittifak var. Karışık gelebilir Altan ama bunu bir düşünce deneyiyle çözebiliriz.

— Hmm, o zaman bunu bir düşünce deneyeyim.

— Hiçbir şeyi unutmadığını düşün. Acıdan kıvranırdın, unutmak ve hatırlamak ne demek bilmezdin. Çünkü acılarının bitmesinin tek nedeni unutmandır sevgili Altan; senden başka hiçbir şey değişmez, sadece sen acılarını unutarak değişmişsindir. Eğer hiçbir şeyi unutmasaydın insanlıktan çıkar ve her bir zerrenle birlikte sonsuzluğa çivilenirdin. Pas tutan ve kanayan yaraların karıncalara yem olurdu. Bir de bunun tam tersini, her şeyi unuttuğunu düşün. Sonuç yine aynı: unutmak ve hatırlamak ne demek bilmezdin. Unuttuğunu unuturdun, hatırlamak kavramının hayatında yeri olmazdı. Hiçlikte hapsolurdun öldüğünü hatırlayana dek. Şimdi, bu meseleyi açıklığa kavuşturduğumuza göre neden unutmaya en büyük, hatırlamaya da ikinci büyük lütuf dediğimi merak ediyorsundur.

— Yoo, merak etmiyorum usta.

— Olsun, ben yine de anlatacağım. Unutmak seni hiçliğe hapseder, hatırlamaksa acıdan kıvrandırır. Eğer, ben acı da olsa hissetmek istiyorum, diyen romantiklerdensen bittabi hatırlamak senin için en büyük lütuftur ama romantikliği bir tarafa bırakıp gerçekle yüzleşirsen unutmanın beraberinde gelen hiçlik duygusunu, her ne kadar ağır bir duygu olsa da, acıya tercih edersin. İkisini de dene, tarafını seç Altan.

— Bacaklarımı hissetmiyorum usta.

— Konudan saptım Altan, güzel şeylerden bahsedecektim. Mesela anılar albümünden.


VI: ANI

— Birçok olayı, olguyu, nesneyi ve kimseyi unutur, geçmişte bırakırız. Unutamadıklarımız ise peşimizden tıkır tıkır gelir takip ederek. İşte, geçmişte bırakamadıklarımıza anı diyoruz Altan. Beynimizin bir bölümünde, doğrusuyla-yanlışıyla hatırladığımız (daha çok yanlışıyla hatırlarız) anılardan oluşturulmuş bir anılar albümü vardır. Beynimiz bize sormaksızın albümün arasından bir anı seçer ve önümüze koyar. Tekrar yerine koymak için bizden aldığındaysa her zaman defolu bir halde bulur anılarını. Bak, bak Altan, tabağıma bak. Otogarda sabahlıyorum… Limon ağacının altında güneşleniyorum… Ooo, yine heyecanlı bir seyahat… O golü nasıl atmışım lan öyle… Defterime bu yıldızları kim koydu? Ele ele tutuşmuş nereye gidiyoruz? Kampüste başka bank mı yok… Zeki Müren mi? Evet evet, yine hepsi defolandı azizim.


VII: DEĞİŞİM

— Bizi dizginleyen yegane güç bize dayatılan toplumsal rollerdir Altan. Bu dayatma bize öyle etki eder ki feleğin çemberinde feleğimiz şaşar. Toplumsal roller bizi yontar, yontulan bizler de başkalarını yontarız. Yontma zinciri o kadar hızlı gerçekleşir ki bunun farkına bile varmayız. Hiç olmayacak işler yapmamız bundandır. Toplumsal rol kırbacı her şeye rağmen toplum için faydalıdır; dizginleştirir, dinginleştirir ve sakinleştirir. Yine de bizim için en iyisi zincire dahil olmamaktır. Halkın köküne kibrit suyu...

— Köküne kibrit suyu usta.

— Kırbaç tesir etmeyince dinginleştirilmeyen halk, toplumsal değişimleri beraberinde getirir. Bir insanın karmaşıklığını düşün... Evet, devasa bir karmaşıklıklar yumağıdır o. İşte, toplumsal değişimlerin karmaşık yapısı bunun mislidir. Bu karmaşık yapının farkına varmak, yontma zincirinin farkına varmak kadar zordur. Değişimi hissettirebilecek ipuçları sanat eserlerinde, kahvehanelerde, barlarda ve üniversite kampüslerinde saklıdır. Değişimi görmek istiyorsak ipuçlarını bu mekanlarda ara Altan.

— Usta, zaten gece gündüz o mekanlardayız. İyi değilsin, bir kus istersen.


∞: SON(SUZ)UÇ

— Altan, dikkat ettin mi bilmiyorum ama pragmatizmin derinliklerinde herkes kendi çıkarının peşinden emekliyor. İnsanlar, sırf kahraman olmak için (bunda da büyük bir çıkar vardır) işi sorun çıkarmaya kadar vardırabiliyor. Benim kahramanlığımsa sorunlara sırtımı dönmemden geliyor. Biliyorum ki hiçbiri gerçek sorunlar değil Altan. Trajedilerinin acısı henüz taze olabilir ama kozmik felaketler karşısında onların trajedilerinin ölçeği ne olabilir ki? Trajedi evrenseldir, sevgili Altan, en büyük acı henüz hissedilmemiş olandır.

— Trajedileri küçümseme usta. Herkesin trajedisi kendine göredir.

— Ben de fildişi kulemdeki dogmatik koltuğuma yaslanıp “Kuramı olmayan eylem mi kötüdür yoksa eylemsiz kuram mı?” tartışmalarına girebilirdim Altan ama ben basit bir adamım ve cevabım da basit: eylemim kuram oluşturmak, kuramım ise eylemsizlik.

— Yok ol usta. Bir kus, kendine gelirsin. Galon galon içtin, böyle olacağı akşamdan belliydi.

— Bütün bunları onun için anlattığımı ne yazık ki anlatamıyorum Altan.

— Gel, mahallemizde turlar atıp botanik parkta geceye varalım usta.

— Robotik sanat mı? O ne ola ki?

 

SON NOTLAR:

[i] Ağaçkakan - Vanbilderass (2009)

[ii] Tales - Kâbil (2010)