Dinlemek isterseniz.


Kaldırım boyunca dizilmiş ötekilerden hiçbir farkı yok. Onlara kıyasla belki biraz eksik. Oysa hiçbir parçası çürüyüp düşmüş değil; camları, ampulü yerli yerinde. Direğine sakız bile yapıştırılmamış. Gelgelelim çevresini aydınlatmak bir tarafa, yanındaki sokak lambalarının ışığı olmasa varlığından bile bahsedilemez. Gecenin yutup henüz sindiremediği o nesnelerden biri; yok olmaya yüz tutmuş ve eski varlığının karaltısı bir leke gibi kuruyup kalmış orada. Artık güç yetiremediği, ona ait olan o karanlıkta kimi eski yaşantıların kalıntıları bulunabilir. İşte tozlu bir poşet kıpırdanıyor. Marketinin adı halen seçilebiliyor. İçinde bir alışveriş fişi. Alt alta dizilmiş üç beş tüketim malzemesi. En altta kasiyerin adı. Okunamıyor.


Küçük bir su birikintisi esintiyle kıpraşıyor. Sokak lambası bu birikintiye yansıyor. Suyla birlikte o da deviniyor. Mum alevi gibi titreşiyor cılız mı cılız ışığı. Kalbi durmuş bir dünyanın ölüm ertesi seğirmeleri. Uygarlık kalıntıları çürümüş cesedini örtüyor. Uzaklarda bir yerlerde, belki terk edilmiş bir köyün çamurlu yollarında bir kurt aç bitap uluyor. Esintiye karışan sesi gelip birikintiyi bulandırıyor. Sokak lambası ve ışık, bulutlar ve yıldızlar, ay ve gece hep birlikte dalgalanıyor.


Su hep vardı. Karaya ilk ayak basan canlının geçmişinde vardı ve şimdi her şey bittikten sonra, bitimin de sonunda yine var. Yaşam bu sığ mı sığ birikintiye sığıyor artık. Ayak basılmamış kuytusu kalmadı. Tüm gizemleri yüzyıllar önce uluorta konuşuldu. Çıplak, boylu boyunca uzanmış cesedi hakkında söylenebilecek pek bir söz yok. Bir başka tesadüfe, beklenmedik bir başka atılıma kadar bulanık bungun salınacak. Suskuyla, bir zamanki doludizgin akışına tezat bir durağanlıkla öylece var olacak.


Bir köpek, kaburgaları karanlığa bata çıka, her adımında derisi yırtıla yırtıla suyun başına geliyor. Sarkmış dilinin ağırlığıyla başı öne düşmüş, bedeni bu ağırlığın ardı sıra istemsizce yürüyor. Titreyen bacakları bükülüp kalıyor bir noktada, bir yığın kemik üst üste yığılıyor. Kararmış, yapış yapış kılları şimdi ıslak; gövdesi sudaki sokak lambasını ve ışığı, bulutları ve yıldızları, ayı ve geceyi örtüyor.

Dilini usulca büküp ağzına su taşıyor; ağzından bir şeyi suya bırakıyor. Yediği tekmelerin, boynundaki diş izlerinin öyküsünü paylaşıp onu bugünlere getiren uygarlığın çöküşünü sudan dinliyor:


Taşı toprağı yalnızlığına tanık kıldı beşer. Kendi suretini çizdi her yana, anıtlar dikti dağların zirvesine ve çöllerin ortasına. Bu yüzden nereye baksa kendini gördü, çoğaldıkça küçüldü, yarasını daha bir kanattı medet umduğu şifa. Çare olarak yüzünü yansıtan berrak suya sırt çevirdi, kapkara çamurlarda yundu gövdesini. Fakat besleyedurduğu, dost bildiği gece nihayet tüm yansıları kararttı. Sırrını döktü tüm aynaların, siyaha boyadı suları. Sonra beşer yitti ansızın, hem suya hem kendine yabancı.


Köpek ayaklanıyor. İçtiği su mu, işittiği öykü mü bilinmez gayretine gayret katmış. Kaburgaları karanlığa bata çıka, her adımında derisi yırtıla yırtıla geldiği geceye karışıyor.